Turkish

İnovasyonun İçerdiği Değerler: Dijital Teknolojileri Hayallerde Yeniden Canlandırmada Kadınların Katılımı

İnovasyonun İçerdiği Değerler: Dijital Teknolojileri Hayallerde Yeniden Canlandırmada Kadınların Katılımı

Bahai Uluslararası Toplumu tarafından Kadının Statüsü Komisyonu’nun 67. oturumuna sunulan bir bildiri

 
New York—22 February 2023

Hızla değişen küresel gerçeklikler, insanlığın birbirine bağlılığının daha derinden takdir edilmesine ve dijital teknolojilere giderek daha fazla güven duyulmasına yol açmıştır. Teknolojiye erişimleri veya bu tür teknolojilerin toplumlarını nasıl etkileyeceğini belirleme becerileri olmayanlar da dâhil olmak üzere birçok kadın için bu, daha fazla dışlanma ve marjinalleştirilme ile sonuçlanmıştır. Fakat erişim ve benzeri konularla ilgili sorular çözülecek olsa bile, daha derin bir meydan okuma varlığını sürdürmektedir. İnsan kabiliyetini genişletmede ve insanlığın en yüksek değerlerini yansıtacak refah içinde ve uyumlu bir medeniyetin inşasına katkıda bulunmada araç olarak hizmet etmesi gereken birçok teknoloji, bunu yapmak yerine insan doğası ve kimliği, gelişim ve amaç hakkında çarpık fikirleri pekiştirmektedir. Tasarımları genellikle ayrıcalıklı bir azınlığın güdümünde gerçekleştirilen birçok teknoloji, maddeci değerlere dayanmakta ve de sosyal, etik ve ruhani imaları dikkate alınmaksızın yaygın olarak aktarılmaktadır. Teknoloji zararlı dünya görüşleri tarafından şekillendirildiğinde her tür birey etkilense de, bu durum, önemli bir kullanıcı tabanını oluşturan ve birçok durumda birincil hedef tüketicileri temsil eden kadınlar ve kız çocukları için büyük bir meydan okumaya neden olmaktadır. Dijital araçlar, insani uğraşın çeşitli alanlarında giderek daha fazla kullanıldığından, inovasyon sürecini şekillendiren değerlerin ve niyetlerin dürüst bir şekilde incelenmesi gerekli hâle gelmektedir. Böyle bir arayışın merkezinde, insanlığın ortak değerleri ile şekillendirilmiş modern dünya araçlarının halkların kendi potansiyellerine ulaşmalarına yardımcı olmada kadınların sunabileceği bakış açıları ve katkılar olmalıdır.

*

Teknoloji, insan kapasitesini artırmada ve toplumları birbirine bağlamada güçlü bir araç olabilir. Bununla beraber, herhangi bir araçta olduğu gibi, teknoloji ve yaratmış olduğu alanlar, sayısız şekilde konuşlandırılarak faydalar sağlayabileceği gibi mevcut eşitsizlikleri de artırıp güçlendirebilir. Yapıcı bir düzeyde, çevrimiçi ağlar ve hareketler, kadınların ve kız çocuklarının karşılaştıkları sayısız meydan okuma hakkında farkındalık yaratmanın önemli araçları olarak hizmet ederken, katılım çemberini de daha önce hayal bile edilemeyecek şekillerde genişletmiştir. Ancak dar dünya görüşleri veya kâr odaklı bağnaz bir odak tarafından yönlendirildiğinde ise teknolojiler dışlamak, taciz etmek, sömürmek ve hatta baskı altında tutmak için de kullanılmıştır.

Dijital teknolojiler değerler itibariyle tarafsız değildir. Geleneksel kalkınma paradigmasına benzer şekilde, teknolojik inovasyon maddeci dayanaklardan son derece etkilenmektedir. İlerleme ile ilgili temel görüşler, genellikle malların tüketimini daha yüksek refah seviyeleriyle eşit tutmaktadır. İnsan doğası ve ilerlemeye dair küçük bir kesimin kâr kaygıları ile yönlendirilmiş bakış açılarının yanı sıra, çeşitli sosyal önyargı ve eşitsizlik biçimleri, genellikle dijital teknolojilerin tasarımına veya uygulanma alanlarına gömülmüştür ve bu nedenle, örneğin bilimsel olarak kanıtlanmış bağımlılık endişelerine rağmen ekran kullanımını en üst düzeye çıkarmak için tasarlanmış algoritmalar aracılığıyla kullanıcılara tanıtılmaktadır. Bu sebeple, bu tür teknolojilerin yaratılmasının ve kullanılmasının altında yatan varsayımların ve normların dürüst bir şekilde incelenmesi kritik bir öneme sahiptir. Güvenilirlik, gerçeğe bağlılık ve istikrarlı bir dünya düzeninin yapı taşları olarak sorumluluk duygusu gibi nitelikleri ve tutumları kapsayan insan doğasına ilişkin daha eksiksiz anlayışlar, dijital teknolojilerde nasıl giderek fazlaca ifade bulabilir? Toplumlar, önceliklerini kolektif olarak belirleme ve teknolojilerin kendi yerel bağlamlarındaki etkileri hakkında meşveret etme sürecine nasıl dâhil olabilir?

Her birey ve toplum, bu tür araçların altında yatan sorunlu değerlerden kendine has bir şekilde etkilense de bu değerlerin teknolojilere toptan entegrasyonu, özellikle nesnelleştirilme veya sözde kendini geliştirme adına artan maddi ürün çeşitliliğini tüketmeye ikna edilme biçimleriyle birçok kadın ve kız çocuğu üzerinde zararlı etkiler yaratmıştır. Tam da bu deneyimler ve inovasyonu çevreleyen karar verme alanlarında var olan kültürün ataerkil yönelimi nedeniyle, bu tür teknolojilerin nasıl uygun ve bilinçli bir şekilde tasarlanabileceğini ve kullanılabileceğini daha iyi anlamada kadınları sürece dâhil etmek kritik öneme sahiptir.

*

Kadınların katılımını genişletmek, nihayetinde, insan deneyiminin tamamına yanıt veren bir gelecek inşa etmek için çok sayıda bakış açısının bir ön koşul olduğunun kabulüne dayanmalıdır. Geleneksel olarak erkek egemen bir sektördeki bariz temsil endişeleri göz önüne alındığında, kadınların bu tür teknolojilerin sorumluluk taşıyan tasarımı, kullanımı ve dağıtımının yanı sıra dijital içeriğin oluşturulmasıyla ilgili kararlara katılımının artırılmasına öncelik verilmesi şarttır. Yine de adil temsil, başlı başına bir amaç olmaktan çok, baskın rekabet ve eşitsizlik kalıplarının yerini iş birliğine, kolektif soruşturmaya ve ortak yarar kaygısına bırakmasını sağlayan bir koşul olarak hizmet etmektedir. Pek çok alanda olduğu gibi, en büyük değişim düzeyleri, yaygın kültürden büyük ölçüde yararlanmış olanlardan talep edilecektir.

Teknolojik inovasyonla ilgili alanlarda ve süreçlerde kültürü değiştirmenin ötesinde, kadınların katılımı -diğer bir deyişle sorgulama süreçlerinde insan bakış açısının ufkunu genişletmek- teknolojinin gelişimine rehberlik edecek yeni paradigmalar yaratmaya katkıda bulunabilir. Dijital teknolojilerle ilişkili etik hususları keşfetme kapasitesi, cinsiyetten bağımsız olarak herkes tarafından sergilenebilse de, birçok kadının ataerkil dünya görüşlerinin dayatılmasından kaynaklanan deneyimleri, onları ölçülülük, adalet, çeşitlilik ve gelecek nesiller için bir endişe gibi niteliklerle şekillendirilmiş daha eksiksiz modellerin geliştirilmesine özel içgörüler sunacak şekilde konumlandırmaktadır. Bunu yaparken, kadınlar bu tür niteliklerin teknolojinin gelişimini daha tutarlı bir şekilde şekillendirmelerini sağlamaya yardımcı olabilirler.

Daha geniş bir nitelik yelpazesi teknoloji sektörünün kültürünü şekillendirdikçe, teknoloji alanının potansiyeli daha da genişletilebilir. İnovasyonu ve büyümeyi önleyen bir engel olmaktan ziyade, cinsiyet eşitliği ilkesine bağlılıkla nitelendirilen daha bütüncül katılım ve sorgulama biçimleri, insanlığın kolektif değerlerini daha fazla yansıtan inovasyon biçimlerinin kilidini açabilir.

*

Milli düzeyde, teknolojik inovasyonla ilgili alanlara ve süreçlere çok sayıda bakış açısının dâhil edilmesini temin etmek için yeni politikaların oluşturulması gerekecektir. Teknoloji insan erişimini genişletir; bu nedenle, insan yaşamının gelişip serpildiği ahlaki düzeni bozmasını değil, genişletmesini sağlamak için özen gösterilmelidir. Bu, doğal olarak, kadınların tam ve anlamlı katılımını destekleyecek mekanizmaları içerecektir. Ayrıca kadınların, çocukların ve savunmasız toplumların çevrimiçi insan hakları ihlallerine karşı korunmalarını sağlamak gibi mevcut tehditlere yanıt vermede hükümetlerin de daha proaktif bir rol üstlenmesi gerekecektir.

Uluslararası düzeyde bakış açılarının çeşitliliğinin sağlanması da, doğası gereği küresel kapsamı ve işleyişi göz önüne alındığında, teknolojilerin sorumlu bir şekilde oluşturulmasının, kullanılmasının ve dağıtılmasının şekillendirilmesinde vazgeçilmez olacaktır. Dijital teknolojilerin gelişimini şekillendiren etki ve değerleri açıkça analiz etmek ve eşitlik, adalet, evrensellik, asalet, güvenilirlik ve gerçeğin araştırılması ilkeleriyle kılavuzlanmış uluslararası politikaları ana hatlarıyla belirlemek için Birleşmiş Milletleri, hükümetleri, özel sektörü ve kadın aktörler de dâhil olmak üzere sivil toplumu bir araya getirmek bu bağlamda önemli olacaktır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından önerilen ve teknolojik inovasyonun paylaşılan küresel değerlerle uyumlu olmasını sağlayan Global Compact’e (Küresel İlkeler Sözleşmesi) doğru hareket, daha fazla ilgi ve araştırmayı hak eden bir öneridir. Daha bütüncül kalkınma anlayışlarının oluşturulmasında gayri safi yurtiçi hasılayı tamamlayacak ilerleme ölçülerinin geliştirilmesi, teknoloji tasarımına gömülü varsayımların incelenmesine de yardımcı olacaktır. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler insanlığın teknolojik inovasyonunun daha sağlıklı bir modelini teşvik eden süreçler oluşturmak için eşsiz bir fırsata sahiptir. Kadınların bakış açılarına öncelik vermek ve onları dâhil etmek ayrıca teknolojinin gelişim yönünü şekillendirmek için katılımlarını teşvik etmek bu amaç için kritik olacaktır. Dijital teknolojilerin kullanımı yoluyla kadın ve çocukların eğitimini geliştirmenin yanı sıra onların tam katılımlarını, temsillerini, korunmalarını ve çevrimiçi esenliklerini sağlamaya yönelik mekanizmaların keşfedilmesi, bu Komisyon gibi alanlarda periyodik olarak yeniden gözden geçirilebilir.

*

Tarihteki bu an, teknolojik inovasyonu insanlığın en yüksek bilgeliğiyle uyumlu hâle getirmek için bir fırsat sunmaktadır. İlerleme ve insan doğasıyla ilgili geleneksel görüşler, dijital teknolojilerin gelişimini şekillendirmek ve yönlendirmek de dâhil olmak üzere, insan refahının daha eksiksiz görüşlerine yanıt vermek ve gelişen bir medeniyet yaratmaktan acizdir. Bu temel varsayımları sorgulamak için daha geniş bir perspektif yelpazesi ortaya koymak, maddi refahı etik, sosyal ve ruhani düşüncelerle dengeleyen bir geleceğin planlanmasında önemli ve kritik olacaktır. Bunda, özellikle aşırı materyalist dünya görüşleri tarafından marjinalleştirilen kadınların sesleri ve bakış açıları vazgeçilmez olacak ve onların anlamlı katılımı, teknolojinin gelişimi etrafında yeni kültür ve anlayış kalıpları yaratmak için bir ön koşul olacaktır. İnsan doğası ve gelişimine dair daha yüksek anlayışlara hitap eden daha bütüncül bir model inşa etmek ve geniş toplumlarının iyileştirilmesi için belirli toplumların ihtiyaçlarına ve önceliklerine göre kullanılabilecek araçlar geliştirmek, sınırsız olanaklar sunan bir teknolojik inovasyon vizyonudur.

Dirençliliğin Temeli: Bir Eşitlik Kültürünün Katalizörü Olarak İklim Krizi

Dirençliliğin Temeli: Bir Eşitlik Kültürünün Katalizörü Olarak İklim Krizi

Bahai Uluslararası Toplumu tarafından BM Kadının Statüsü Komisyonu’nun 66. oturumuna sunulan bir bildiri

 
New York—12 February 2022

İklim değişikliğinin yaklaşmakta olan risklerinin kendilerini her gün hissettirdiği bir dünyada, çift yönlü bir gerçeklik ortaya çıkmaktadır: kadınlar her ne kadar iklim değişikliğinden orantısız bir şekilde etkileniyor olsalar da, müdahale çabalarına öncülük etmek için de benzersiz bir konumdadırlar. İklim kaynaklı felaketin sonucunda, istikrarlı ve sağlıklı ekosistemlere doğrudan bağlı olan ve çoğunlukla kadınlar tarafından üstlenilen geçim kaynakları alt üst olmaktadır. Birçok kadın topraklara, barınacak bir yere ve ayrıca mali desteğe veya yardıma erişimlerini kaybetmektedir. Kadınların potansiyellerini tamamıyla gerçekleştirmede hâlihazırda yetersiz kalan toplumlarda, savunmasızlıklar derinleşmektedir. Bununla birlikte, kadınlar yalnızca kurban da değildirler. İçgörüleri, insan deneyiminin yelpazesini oluşturmakta ve gerçekliğin daha eksiksiz bir resminin oluşturulmasını sağlamaktadır. Genellikle geniş çevrelerle bağlantısı olan kadınlar, toplumsal gelişimin, toplum temelli çözümlerin ve seferberliğin ayrılmaz bir unsurudurlar. İster iktisadi düşüncede liderler, politika yapıcılar, iklim aktivistleri, küçük toprak sahibi çiftçiler olarak veya ister çok sayıda başka kapasite aracılığıyla olsun, dünya çapındaki kadınlar, iklim eylemi, doğal kaynak yönetimi, gıda güvenliği ve sürdürülebilir çözümlere yönelik bilimsel inovasyonla ilgili konularda önemli katkılar sunmaktadırlar. Genç veya yaşlı olsun, kadınların deneyimleri, insanlığın evini, şimdiki nesli ve gelecek kuşakları koruma konusunda derin bir içgörü sunmaktadır. Kadınların potansiyelinden tam olarak yararlanılmasını sağlamak, en az iki cephede hareket gerektirecektir: kadınların liderlik rollerindeki varlıklarını artırmak ve toplum yaşamına daha anlamlı bir şekilde katılmaları için koşullar yaratmak.

Artan iklim risklerinin ortasında, aile, toplum, yerel yönetim, şirket veya millet içinde olsun geniş toplumun her düzeyinde kadın liderliğinin benimsenmesinin ve teşvik edilmesinin insanlığa ne kadar fayda sağladığı giderek daha net hale gelmektedir. Kararlılık ya da rekabetçilik gibi sıklıkla eril olarak nitelendirilen liderlik özellikleri, sıklıkla dişil olarak nitelendirilen iş birliği ile kapsayıcılığa yatkınlık ve başkalarını önemseme ile kendini düşünmeme mizacıyla dengelenmedikleri takdirde sınırlı olduklarını kanıtlamışlardır. Daha uzun vadeli çıkarlara öncelik verme, gelecek nesillerin refahını göz önünde bulundurma ve politikaların insani etkilerini daha geniş bir şekilde araştırma eğilimi, daha dirençli toplumlar inşa etmek için çevreye duyarlı programlar ve stratejiler geliştirmede gerekli araçlar olarak giderek daha fazla kabul görmektedir. Elbette bu özellikler, liderler tarafından cinsiyetten bağımsız olarak sergilenebilir. Ancak kadınların liderlik rollerine katılımlarını arttırarak, bu gibi nitelikler, liderlik kültürünü daha tutarlı bir biçimde şekillendirmekte ve uygulamadaki stratejileri nitelendirmektedir. 

Kadınların yönetimin farklı seviyelerine ve çeşitli toplumsal rollere katılımları için fırsatlar yaratmak, deneyimlerinin önemli kararları giderek daha fazla etkilemesini sağlamada kritik bir öneme sahip olurdu. Bununla birlikte, anlamlı katılımın tam olarak ifade bulması için, cinsiyet eşitliği ilkesine bağlılığın yönetimsel süreçlere bilinçli olarak örülmesi ve kurumsal sistemlerin adil ilişkilere yol açacak şekilde yeniden yapılandırılması gerekecektir. Kadınların karar alma ortamlarını şekillendirmeye aktif katılımları için olanaklar sağlanması gerekecektir. Bakış açılarının çokluğunun ve çeşitliliğinin, toplumun meydan okumalarına dair etkin bir şekilde araştırma yapılabilmesi için bir ön koşul olduğunun kabulünün, her türlü müzakere ortamını nitelendirmesi gerekecektir. Bu, tarih boyunca erkeklerin egemen olduğu ortamları kapsayıcı ortamlara dönüştürme işinin bir parçasını teşkil edecektir, öyle ki buralarda herkes katılım için teşvik edildiğini hissetsin ve erkekler bir anlayış ruhuyla güdülenerek kadınlarla canı gönülden meşveret etmeyi ve onlarla uyum içinde hareket etmeyi öğrensin. Her biri topluma yaptıkları ayırt edici katkılardan dolayı değer görmeye başladıkça, herhangi bir toplumun dirençliliği için son derece kritik olan güvene dayalı temeller, bireyler arasında ama aynı zamanda herkesin iyiliğine adanmış kurumlar içinde de giderek daha görünür hale gelebilir. O halde, yönetim sistemleri içerisinde daha olgun ilişkiler kurmak, iklim değişikliğinin etkilerine yanıt verebilecek politikalar geliştirmede hem bir süreç hem de bir sonuç haline gelmektedir.

Kalıcı dönüşüm olması için, toplumun cinsiyet eşitliğine kendini topyekûn adaması ve hayatın her alanında dinamik bir ortaklık içindeki kadınlar ve erkekler tarafından şekillendirilen bir kamusal yaşam inşa etme taahhüdünün kök salması gerekecektir. Küresel düzeyde, adalet, hakkaniyet ve haysiyet ilkeleri ile kılavuzlanan uluslararası politikaların yanı sıra yerel deneyim yoluyla kazanılan içgörüleri sistematikleştirmekle görevli küresel kurumların ortaya çıkması, eşitlik kültürüne zemin hazırlamada vazgeçilmez olacaktır. O halde, cinsiyet eşitliğini geliştirme çalışmaları, uluslararası olduğu kadar yerel bağlamda da sürdürülmelidir. Örneğin Dili, Timor-Leste’de, yıkıcı bir kasırgadan altı ay önce birleşik bir toplum yaşamı modeli oluşturmaya yönelik çabalar, toplumun dirençliliğine katkıda bulunmuştur. O toplumun üyelerinden biri, şunları ifade etmiştir: “O kısa süre içinde bir bütün olarak nasıl hizmet edebileceğimiz hakkında çok şey öğrendik. Her gün harekete geçiyor, yansıma yapıyor ve bir sonraki gün için plan yapıyoruz.” İlerleme kavramına dair toplumda yerleşmiş olan kanılardan uzaklaşarak geliştirilen bu iş birliği hâli, kasırgadan sonra gıda ve diğer temel ihtiyaçları dağıtmak üzere destek yapıları oluşturmak için gereken becerilerin ve ağların geliştirilmesine yardımcı olmuştur. Herhangi bir ücret beklentisi olmadan, dışarıdan gelecek yardıma erişimin kesilmiş durumda olduğu 13 köy ve mahallede 7.000’den fazla insana yardımcı olmuşlardır. Okcheay, Kamboçya'da ise, topluma kolektif olarak hizmet etmeleri konusunda kendilerini güçlendiren ahlaki ve ruhani programlara katılan gençler, yerel bir ağaç dikme projesi gerçekleştirmiş ve bu ağaçlar, yollarının bir bölümünü bir yıl sonra başlayan şiddetli sellerin sebep olduğu toprak erozyonundan korumuştur. Bu çabalar, basit olmakla birlikte, kapsayıcı ve birleşmiş toplumlar geliştirmenin yalnızca dayanma ve hayatta kalma isteğine değil, aynı zamanda kelimenin en yüksek anlamıyla yaşama isteğine de katkıda bulunabileceği yollara dair parıltılar sunmaktadır.

Küresel arenanın bir yapı taşı olan toplum; alternatif, kapsayıcı ve iş birliğine dayanan yaşam biçimlerinin ifade bulabileceği, erkeklerin kadınları samimi bir biçimde eşit ortaklar olarak görmeye başladıkları ve hepsinin liderlik becerilerini geliştirmek için güçlendirildiği bir alan sağlayabilir. Cinsiyet eşitliği ilkesini herkesin iyiliği için her koşulda uygulamayı öğrenmekte olan toplumlar uluslararası düzeyde büyüyen bir bilgi birikimine katkıda bulundukça, temelden inşa edilmekte olan yeni toplum yaşamı kalıpları daha büyük bir küresel girişim içinde kendilerine yer bulmaya başlamaktadır. Böyle bir süreç çeşitli biçimler alabilir. Kendine düşen kısmı olarak dünya çapındaki Bahai toplumu, iş birliği yaptığı diğerleriyle birlikte, kadınların katılımının önünde duran önyargı engellerini yıkmak için ruhani ilkelerin toplum yaşamına uygulanışına dair öğrenme elde etmektedir. Ahlaki eğitim programları aracılığıyla, birlik ve kardeşlik tutumları genç yaşlardan itibaren aşılanmaktadır ki katılımcılar birbirlerini toplumlarının iyiliği için çalışan değerli müttefikler olarak görsünler. Bu sürecin kalbinde kapasite inşa etme kavramı yer almaktadır, bu da katılımcıların geniş toplumlarının maddi, sosyal ve ruhani gerçekliklerini daha iyi anlama ve hizmetten edinilen tatmin duygusu ile gelişim yollarını kolektif bir biçimde çizerken sonraki adımları tasarlama becerilerinin arttırılmasıdır. Bu amaca yönelik olarak, bireylerin meydan okumaları üzerinde yansıma yaptıkları, yapıcı yanıtları belirledikleri ve yaşamın anlamı ile ilgili daha derin soruları araştırdıkları ortamlar organik bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu ortamlar, zor zamanlarda umudun ifade bulduğu ve dayanışma bağlarının güçlenebileceği meydanlar olarak hizmet edebilir. Yukarıda belirtilen örnekler, bir toplumu nitelendiren kapasite, tutum ve niteliklerin, sıra dışı olaylar veya devam eden çevre sorunları karşısında o toplumun dirençliliğini güçlendirebileceğini göstermektedir.

Birleşmiş Milletler böyle bir eşitlik kültürünün uluslararası düzeyde neye benzeyebileceğini gözler önüne sermek için eşsiz bir konuma sahiptir, bunun vasıtaları örneğin kurumları arasında açık müzakere alanları yaratmak, cinsiyet eşitliği ve kapsayıcılık ile ilgili çeşitli süreçleri birbiri ile uyumlu hale getirmek ve iç yapısının bu ilkeleri nasıl giderek daha fazla yansıtabileceğini öğrenmektir. BM ayrıca uluslararası politika çerçevelerini şekillendirmede ve cinsiyet eşitliğinin zorunluluğuna dair daha fazla takdiri besleyen girişimlere destek olacak finansmanı teşvik etmede de şüphesiz kritik öneme sahip olacaktır. Ayrıca, her seviyedeki aktörler tarafından yaratılan bilginin paylaşımını kolaylaştırabilecektir. Bu bağlamda, kadınların anlamlı katılımlarını sağlamak için kurumsal ve toplumsal düzenlemelerin nasıl yeniden yapılandırılabileceği ve felaketin eşiğinde olunsa dahi birleşmiş geniş toplumların nasıl oluşturulabileceği gibi önemli hususlar, bu Komisyon gibi uluslararası ortamlarda periyodik olarak tekrar tekrar ele alınabilir. 

Dünyanın durumu şu evrensel hakikate işaret etmektedir ki, insanlığın kolektif deneyimleri ortaktır ve etkili yanıtlar, bakış açıları yelpazesinin tamamının her yönetim seviyesinde temsil edilmesini gerektirir. Toplum yaşamının ve kurumsal düzenlemelerin daha olgun ifadelerinin, kadınların yerel zorluklar ve küresel felaketler karşısında etkili baş aktörler olarak liderlik etmelerini mümkün kıldığı örnekler ortaya çıkmaya başlamaktadır. Kolektif değerleri ve bunların altında yatan varsayımları yeniden tanımlamak için derin fırsatların bulunduğu an tam da çalkantı zamanlarıdır. İklim değişikliğinin ortaya çıkardığı meydan okumalar, hem kapsayıcı yönetim biçimlerine yönelik yeni yaklaşımların hem de insan deneyimi yelpazesinin bütününe kapı açacak adil toplum yaşamı modellerinin benimsenmesi için katalizör görevi görmelidir.

Dirençliliğin Temeli: Bir Eşitlik Kültürünün Katalizörü Olarak İklim Krizi

Dirençliliğin Temeli: Bir Eşitlik Kültürünün Katalizörü Olarak İklim Krizi

Bahai Uluslararası Toplumu tarafından BM Kadının Statüsü Komisyonu’nun 66. oturumuna sunulan bir bildiri

New York—12 February 2022

İklim değişikliğinin yaklaşmakta olan risklerinin kendilerini her gün hissettirdiği bir dünyada, çift yönlü bir gerçeklik ortaya çıkmaktadır: kadınlar her ne kadar iklim değişikliğinden orantısız bir şekilde etkileniyor olsalar da, müdahale çabalarına öncülük etmek için de benzersiz bir konumdadırlar. İklim kaynaklı felaketin sonucunda, istikrarlı ve sağlıklı ekosistemlere doğrudan bağlı olan ve çoğunlukla kadınlar tarafından üstlenilen geçim kaynakları alt üst olmaktadır. Birçok kadın topraklara, barınacak bir yere ve ayrıca mali desteğe veya yardıma erişimlerini kaybetmektedir. Kadınların potansiyellerini tamamıyla gerçekleştirmede hâlihazırda yetersiz kalan toplumlarda, savunmasızlıklar derinleşmektedir. Bununla birlikte, kadınlar yalnızca kurban da değildirler. İçgörüleri, insan deneyiminin yelpazesini oluşturmakta ve gerçekliğin daha eksiksiz bir resminin oluşturulmasını sağlamaktadır. Genellikle geniş çevrelerle bağlantısı olan kadınlar, toplumsal gelişimin, toplum temelli çözümlerin ve seferberliğin ayrılmaz bir unsurudurlar. İster iktisadi düşüncede liderler, politika yapıcılar, iklim aktivistleri, küçük toprak sahibi çiftçiler olarak veya ister çok sayıda başka kapasite aracılığıyla olsun, dünya çapındaki kadınlar, iklim eylemi, doğal kaynak yönetimi, gıda güvenliği ve sürdürülebilir çözümlere yönelik bilimsel inovasyonla ilgili konularda önemli katkılar sunmaktadırlar. Genç veya yaşlı olsun, kadınların deneyimleri, insanlığın evini, şimdiki nesli ve gelecek kuşakları koruma konusunda derin bir içgörü sunmaktadır. Kadınların potansiyelinden tam olarak yararlanılmasını sağlamak, en az iki cephede hareket gerektirecektir: kadınların liderlik rollerindeki varlıklarını artırmak ve toplum yaşamına daha anlamlı bir şekilde katılmaları için koşullar yaratmak.

Artan iklim risklerinin ortasında, aile, toplum, yerel yönetim, şirket veya millet içinde olsun geniş toplumun her düzeyinde kadın liderliğinin benimsenmesinin ve teşvik edilmesinin insanlığa ne kadar fayda sağladığı giderek daha net hale gelmektedir. Kararlılık ya da rekabetçilik gibi sıklıkla eril olarak nitelendirilen liderlik özellikleri, sıklıkla dişil olarak nitelendirilen iş birliği ile kapsayıcılığa yatkınlık ve başkalarını önemseme ile kendini düşünmeme mizacıyla dengelenmedikleri takdirde sınırlı olduklarını kanıtlamışlardır. Daha uzun vadeli çıkarlara öncelik verme, gelecek nesillerin refahını göz önünde bulundurma ve politikaların insani etkilerini daha geniş bir şekilde araştırma eğilimi, daha dirençli toplumlar inşa etmek için çevreye duyarlı programlar ve stratejiler geliştirmede gerekli araçlar olarak giderek daha fazla kabul görmektedir. Elbette bu özellikler, liderler tarafından cinsiyetten bağımsız olarak sergilenebilir. Ancak kadınların liderlik rollerine katılımlarını arttırarak, bu gibi nitelikler, liderlik kültürünü daha tutarlı bir biçimde şekillendirmekte ve uygulamadaki stratejileri nitelendirmektedir. 

Kadınların yönetimin farklı seviyelerine ve çeşitli toplumsal rollere katılımları için fırsatlar yaratmak, deneyimlerinin önemli kararları giderek daha fazla etkilemesini sağlamada kritik bir öneme sahip olurdu. Bununla birlikte, anlamlı katılımın tam olarak ifade bulması için, cinsiyet eşitliği ilkesine bağlılığın yönetimsel süreçlere bilinçli olarak örülmesi ve kurumsal sistemlerin adil ilişkilere yol açacak şekilde yeniden yapılandırılması gerekecektir. Kadınların karar alma ortamlarını şekillendirmeye aktif katılımları için olanaklar sağlanması gerekecektir. Bakış açılarının çokluğunun ve çeşitliliğinin, toplumun meydan okumalarına dair etkin bir şekilde araştırma yapılabilmesi için bir ön koşul olduğunun kabulünün, her türlü müzakere ortamını nitelendirmesi gerekecektir. Bu, tarih boyunca erkeklerin egemen olduğu ortamları kapsayıcı ortamlara dönüştürme işinin bir parçasını teşkil edecektir, öyle ki buralarda herkes katılım için teşvik edildiğini hissetsin ve erkekler bir anlayış ruhuyla güdülenerek kadınlarla canı gönülden meşveret etmeyi ve onlarla uyum içinde hareket etmeyi öğrensin. Her biri topluma yaptıkları ayırt edici katkılardan dolayı değer görmeye başladıkça, herhangi bir toplumun dirençliliği için son derece kritik olan güvene dayalı temeller, bireyler arasında ama aynı zamanda herkesin iyiliğine adanmış kurumlar içinde de giderek daha görünür hale gelebilir. O halde, yönetim sistemleri içerisinde daha olgun ilişkiler kurmak, iklim değişikliğinin etkilerine yanıt verebilecek politikalar geliştirmede hem bir süreç hem de bir sonuç haline gelmektedir.

Kalıcı dönüşüm olması için, toplumun cinsiyet eşitliğine kendini topyekûn adaması ve hayatın her alanında dinamik bir ortaklık içindeki kadınlar ve erkekler tarafından şekillendirilen bir kamusal yaşam inşa etme taahhüdünün kök salması gerekecektir. Küresel düzeyde, adalet, hakkaniyet ve haysiyet ilkeleri ile kılavuzlanan uluslararası politikaların yanı sıra yerel deneyim yoluyla kazanılan içgörüleri sistematikleştirmekle görevli küresel kurumların ortaya çıkması, eşitlik kültürüne zemin hazırlamada vazgeçilmez olacaktır. O halde, cinsiyet eşitliğini geliştirme çalışmaları, uluslararası olduğu kadar yerel bağlamda da sürdürülmelidir. Örneğin Dili, Timor-Leste’de, yıkıcı bir kasırgadan altı ay önce birleşik bir toplum yaşamı modeli oluşturmaya yönelik çabalar, toplumun dirençliliğine katkıda bulunmuştur. O toplumun üyelerinden biri, şunları ifade etmiştir: “O kısa süre içinde bir bütün olarak nasıl hizmet edebileceğimiz hakkında çok şey öğrendik. Her gün harekete geçiyor, yansıma yapıyor ve bir sonraki gün için plan yapıyoruz.” İlerleme kavramına dair toplumda yerleşmiş olan kanılardan uzaklaşarak geliştirilen bu iş birliği hâli, kasırgadan sonra gıda ve diğer temel ihtiyaçları dağıtmak üzere destek yapıları oluşturmak için gereken becerilerin ve ağların geliştirilmesine yardımcı olmuştur. Herhangi bir ücret beklentisi olmadan, dışarıdan gelecek yardıma erişimin kesilmiş durumda olduğu 13 köy ve mahallede 7.000’den fazla insana yardımcı olmuşlardır. Okcheay, Kamboçya'da ise, topluma kolektif olarak hizmet etmeleri konusunda kendilerini güçlendiren ahlaki ve ruhani programlara katılan gençler, yerel bir ağaç dikme projesi gerçekleştirmiş ve bu ağaçlar, yollarının bir bölümünü bir yıl sonra başlayan şiddetli sellerin sebep olduğu toprak erozyonundan korumuştur. Bu çabalar, basit olmakla birlikte, kapsayıcı ve birleşmiş toplumlar geliştirmenin yalnızca dayanma ve hayatta kalma isteğine değil, aynı zamanda kelimenin en yüksek anlamıyla yaşama isteğine de katkıda bulunabileceği yollara dair parıltılar sunmaktadır.

Küresel arenanın bir yapı taşı olan toplum; alternatif, kapsayıcı ve iş birliğine dayanan yaşam biçimlerinin ifade bulabileceği, erkeklerin kadınları samimi bir biçimde eşit ortaklar olarak görmeye başladıkları ve hepsinin liderlik becerilerini geliştirmek için güçlendirildiği bir alan sağlayabilir. Cinsiyet eşitliği ilkesini herkesin iyiliği için her koşulda uygulamayı öğrenmekte olan toplumlar uluslararası düzeyde büyüyen bir bilgi birikimine katkıda bulundukça, temelden inşa edilmekte olan yeni toplum yaşamı kalıpları daha büyük bir küresel girişim içinde kendilerine yer bulmaya başlamaktadır. Böyle bir süreç çeşitli biçimler alabilir. Kendine düşen kısmı olarak dünya çapındaki Bahai toplumu, iş birliği yaptığı diğerleriyle birlikte, kadınların katılımının önünde duran önyargı engellerini yıkmak için ruhani ilkelerin toplum yaşamına uygulanışına dair öğrenme elde etmektedir. Ahlaki eğitim programları aracılığıyla, birlik ve kardeşlik tutumları genç yaşlardan itibaren aşılanmaktadır ki katılımcılar birbirlerini toplumlarının iyiliği için çalışan değerli müttefikler olarak görsünler. Bu sürecin kalbinde kapasite inşa etme kavramı yer almaktadır, bu da katılımcıların geniş toplumlarının maddi, sosyal ve ruhani gerçekliklerini daha iyi anlama ve hizmetten edinilen tatmin duygusu ile gelişim yollarını kolektif bir biçimde çizerken sonraki adımları tasarlama becerilerinin arttırılmasıdır. Bu amaca yönelik olarak, bireylerin meydan okumaları üzerinde yansıma yaptıkları, yapıcı yanıtları belirledikleri ve yaşamın anlamı ile ilgili daha derin soruları araştırdıkları ortamlar organik bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu ortamlar, zor zamanlarda umudun ifade bulduğu ve dayanışma bağlarının güçlenebileceği meydanlar olarak hizmet edebilir. Yukarıda belirtilen örnekler, bir toplumu nitelendiren kapasite, tutum ve niteliklerin, sıra dışı olaylar veya devam eden çevre sorunları karşısında o toplumun dirençliliğini güçlendirebileceğini göstermektedir.

Birleşmiş Milletler böyle bir eşitlik kültürünün uluslararası düzeyde neye benzeyebileceğini gözler önüne sermek için eşsiz bir konuma sahiptir, bunun vasıtaları örneğin kurumları arasında açık müzakere alanları yaratmak, cinsiyet eşitliği ve kapsayıcılık ile ilgili çeşitli süreçleri birbiri ile uyumlu hale getirmek ve iç yapısının bu ilkeleri nasıl giderek daha fazla yansıtabileceğini öğrenmektir. BM ayrıca uluslararası politika çerçevelerini şekillendirmede ve cinsiyet eşitliğinin zorunluluğuna dair daha fazla takdiri besleyen girişimlere destek olacak finansmanı teşvik etmede de şüphesiz kritik öneme sahip olacaktır. Ayrıca, her seviyedeki aktörler tarafından yaratılan bilginin paylaşımını kolaylaştırabilecektir. Bu bağlamda, kadınların anlamlı katılımlarını sağlamak için kurumsal ve toplumsal düzenlemelerin nasıl yeniden yapılandırılabileceği ve felaketin eşiğinde olunsa dahi birleşmiş geniş toplumların nasıl oluşturulabileceği gibi önemli hususlar, bu Komisyon gibi uluslararası ortamlarda periyodik olarak tekrar tekrar ele alınabilir. 

Dünyanın durumu şu evrensel hakikate işaret etmektedir ki, insanlığın kolektif deneyimleri ortaktır ve etkili yanıtlar, bakış açıları yelpazesinin tamamının her yönetim seviyesinde temsil edilmesini gerektirir. Toplum yaşamının ve kurumsal düzenlemelerin daha olgun ifadelerinin, kadınların yerel zorluklar ve küresel felaketler karşısında etkili baş aktörler olarak liderlik etmelerini mümkün kıldığı örnekler ortaya çıkmaya başlamaktadır. Kolektif değerleri ve bunların altında yatan varsayımları yeniden tanımlamak için derin fırsatların bulunduğu an tam da çalkantı zamanlarıdır. İklim değişikliğinin ortaya çıkardığı meydan okumalar, hem kapsayıcı yönetim biçimlerine yönelik yeni yaklaşımların hem de insan deneyimi yelpazesinin bütününe kapı açacak adil toplum yaşamı modellerinin benimsenmesi için katalizör görevi görmelidir.

Tehlike ve Barış Anlarında Eşitlik Kültürü için Liderlik

Tehlike ve Barış Anlarında Eşitlik Kültürü için Liderlik

Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonunun 65. Oturumuna

Uluslararası Bahai Toplumu tarafından sunulan bir bildirge

New York—24 February 2021

Köklü değişim geçirmekte olan bir dünyanın perde arkasında, liderlikte yer alan kadınların oynadığı vazgeçilmez role dair artan bir farkındalık ve kabul bulunmaktadır. Korona virüs salgınının ilk günlerinde, kadınların toplumun liderliğine daha belirgin bir şekilde katkıda bulunduğu ulusların, halk sağlığı ve ekonomik güvenlik dâhil olmak üzere çeşitli kısa vadeli göstergelerde belirli bir düzeyde istikrar sağladığı görülmüştü. Toplum seviyesinde kadınlar, hastaların bakımı, gençlerin eğitimi, muhtaçların ihtiyaçlarının giderilmesi ve toplumsal ve ekonomik dokunun daha geniş bir şekilde sürdürülmesi için vazgeçilmez bir rol oynamaya ve genellikle de liderlik etmeye devam etmektedirler. Kadın liderliği, ister ailede ister köyde, toplumda veya yerel yönetimde, şirkette veya ulusta olsun, toplumun her seviyesinde benimsenip desteklendiği zaman insanlığın bundan ne denli istifade ettiği hiç bu kadar net olmamıştı. Günümüz meydan okumalarının üstesinden gelmede bu kapasiteden tam anlamıyla faydalanmak, en az iki cephede hareket etmeyi gerektirecektir: liderlik rollerinde ve toplum işlerinde kadınların varlığını artırmak ve kadınların problem çözme ve karar verme süreçlerine katma eğiliminde oldukları nitelikleri daha yaygın ve tutarlı bir şekilde uygulamak. 

Kadınların kamusal hayata katılımına ilişkin her türlü değerlendirme, liderlik modellerinin yeniden gözden geçirilmesini içermelidir. İnsanlığın yaşamındaki ani gelişen tehlike anları, bilimin gücünün yanı sıra ahlaki ve etik ilkelerden de yararlanabilen ve ilgili alanlarda deneyimli bireylerden oluşan çeşitli bir kesite danışan iyi eğitimli zihinlere sahip liderler gerektirmektedir. Bu liderler farklı sesler arasında uyum sağlayıp ortak bir çaba duygusu besleyeceklerdir. Gücün cazibesine direnerek, doğruluk, güvenilirlik ve ilkeli eyleme sarsılmaz bağlılık ile nitelendirileceklerdir.

Elbette ki, bu özellikler cinsiyetten bağımsız olarak liderler tarafından sergilenebilir ve cinsiyet eşitlikçi ve feminist politikalar, onları kimin yaygınlaştırdığına bakılmaksızın faydalı sonuçlar verebilir. Yine de, kadınların toplum yaşamına artan katılımının, bu nitelikleri sadece lider bireylerin kişisel özellikleri olarak değil fakat liderlik kültürünün bir yönü olarak güçlendirdiği artık açık hale gelmektedir. Genellikle erkeklikle ilişkilendirilen kendine güven, kararlılık ve rekabetçilik gibi liderlik özelliklerinin şefkat, alçakgönüllülük, işbirliği ve kapsayıcılığa eğilim gibi geleneksel olarak kadınlıkla ilişkilendirilen başka niteliklerle kıvama getirilmedikleri takdirde sınırlı ya da ters etki yarattığı kanıtlamıştır. En etkili liderler, adalet standardını her zaman koruyarak, bireylerin ve toplumların zihniyet farklılıklarını aşabildikleri, en kafa karıştırıcı ve zorlayıcı durumlarda bile fikir birliği noktalarını bulabildikleri ve sabırla ve bilinçli bir şekilde bunları inşa edebildikleri ortamlar beslemektedirler. Çocukların ve ailelerin refahına öncelik verme ya da politikaların insan üzerindeki etkisini daha geniş bir şekilde değerlendirme ortak eğilimi de dâhil olmak üzere kadınların belirli bakış açıları ve deneyimleri, böylesi bir liderlik etiğinin inşasına kararlı katkılarda bulunmaları konusunda kendilerini donanımlı hale getirmektedir.

Devlet yönetiminde, akademide veya iş dünyasında üst pozisyonların yanı sıra aile veya toplum gibi kararların alındığı diğer alanlarda da kadınların yer alması gibi liderliğin daha görünür yönlerindeki ilerlemelere kültür düzeyindeki orantılı gelişmeler eşlik etmelidir. Kalıcı dönüşüm, toplumsal cinsiyet eşitliğine tüm toplumun bağlılığını ve toplumun her seviyesinde ve hayatın her alanında dinamik ve eşit bir ortaklık içinde kadınlar ve erkekler tarafından şekillendirilen bir kamusal yaşam inşa etme taahhüdünü gerektirecektir. Bu nedenle toplumsal cinsiyet eşitliğini ilerletme çalışmaları uluslararası olduğu kadar yerel bağlamda da sürdürülmelidir. Karar verme süreçlerini kolektif anlayış arayışı etrafında düzenleme, karmaşık konulara dair yeni içgörüler sağlamak için bakış açısı çeşitliliğine istekli olma, çok çeşitli paydaşların kamusal yaşamda daha aktif rol almalarına yardımcı olacak tedbirler alma gibi yaklaşımları ve değerleri mahallelerde ve köylerde teşvik etmek, ayrımcı kanunlar ve eğitime eşitsiz erişim gibi resmi ve kurumsal engellerin kaldırılabileceği ortama katkıda bulunmaktadır.

Daha cinsiyet eşitlikçi toplum yaşamı modelleri oluşturma sürecinin kendisinin, kadınlara liderlik becerileri ve deneyimi geliştirme, karar alma organlarına dâhil olma ve kamusal yaşamda çok daha aktif ve görünür bir rol üstlenme fırsatları sağlamakta olduğu da aynı şekilde önemlidir. Kadınlık ile ilişkili gerekli nitelikler ışığında sistemleri ve yapıları yeniden kavramsallaştırmak için çalışmak, özellikle de yerel seviyede, kadınların iyi yönetime ve kalıcı barışa katkılarını ev bağlamında sınırlandıran normlar veya erkeklerin çoğunlukta olduğu alanlardaki sindirme gibi kadınların katılımının önündeki engellerin nasıl aşılacağını öğrenmeleri için hem kadınlara hem de erkeklere benzer fırsatlar sunacaktır. Erkekler ve erkek çocuklarının üzerindeki etkisi de aynı derecede önemli olabilir. Erken yaşlardan itibaren bile kız çocuklarını kendilerinin dengi ve kadınları lider olarak görmeleri için erkek çocuklarına fırsatlar sunmak, bir işbirliği kültürüne yol açacak ve sürekli ve artan eşitlik ifadeleri için gerekli olan öğrenmeye bir temel oluşturacaktır. Bu tür engellerin üstesinden gelmek için bilinçli çabanın ötesinde, daha yüksek seviyede entegrasyon, toplumun tüm seviyelerinde kadınların katılımını engellemenin insanlığı karar almada çeşitli bakış açıları ile birlikte gelen tüm potansiyelden mahrum bıraktığının fark edilmesinden doğmalıdır. 

Toplumun her seviyesinde adil ilişkiler kurmak, çok sayıda aktörü de içererek çeşitli biçimler alabilir ve kadınların tüm bu alanlara tam katılımı, hiç şüphesiz, eşitlikçi yaşam modelleri inşa etmede vazgeçilmez olacaktır. Dünya çapındaki Bahai toplumuna gelince, ruhani ilkelerin toplum yaşamına uygulanmasının cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ön yargılarını yıkmada oynayabileceği rolü araştırmaya devam etmektedir. Bu bağlamda kapasite geliştirme kavramı –yani hem kadınların ve erkeklerin hem de kız çocuklarının ve erkek çocuklarının, herkesin iyiliği için her türlü koşulda ve durumda toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesini destekleme ve uygulama becerini geliştirme kavramı– merkezîdir. Birlik ve dostluk yaklaşımları aşılamak suretiyle ön yargı engellerini yıkmayı amaçlayan eğitim programları aracılığıyla çocuklar, toplumlarına hizmet eden çeşitli aktörlerle omuz omuza yürümek için erken yaşlardan itibaren yetiştirilmektedirler. Komşuların dua etmeleri ve dini ideallerin imaları hakkında sohbet etmeleri için genellikle katılımcıların evlerinde düzenlenen sade toplantılar da asırlık cinsiyet kısıtlamalarının gevşetilmesi için birer ortam haline gelmişlerdir. Örneğin Hindistan'da bir köydeki ilkokulun müdürü, genellikle dua toplantıları olarak adlandırılan bu buluşmaların, kadınların evlerinden çıkma olasılığının toplumda kabul gördüğü birkaç faaliyetten biri olduğunu ve kadınların kendilerini eve kapatıp izole etmelerini gerektiren uzun süredir devam eden bir sistemin çökmeye başladığını belirtmiştir. “Bu [kültürel] sistem çocukların eğitiminden, kadınların evden çıkmalarını sağlamaktan ya da birbirleriyle iletişim kurmalarından daha önemli değildir. Birbirimizle nasıl meşveret edebildiğimiz, başka insanlara nasıl ulaşabildiğimiz ve sorunlarımızı birlikte nasıl çözebildiğimiz artık hayatımızın önemli bir parçası haline geldi,” diyerek gözlemlerini aktarmaktadır.

Tarih boyunca geleneksel olarak erkeklerle sınırlı olan alanlar kadınlara açıldığında bu, genellikle savaş, devrim ve çöküş bağlamında gerçekleşmiştir. Yerel zorluklardan milli afetlere kadar, kriz zamanlarında kadınların kapasitelerini ve dirençliliklerini defalarca sergiledikleri doğrudur. Fakat buna rağmen çoğu zaman, barış ve sükûnet ortamları yeniden oluştuğunda toplumun güçleri kadınları evin sınırlarına geri hapsetmiştir. Bu, aşılması gereken bir kalıptır. Kadınların toplum işlerini düzenleme görevine sağladığı çok çeşitli faydalardan feragat etmemiz için herhangi bir temele dayalı hiçbir rasyonel gerekçe bulunamaz. Bu nedenle, bu Komisyonun ve bir bütün olarak uluslararası sistemin karşı karşıya olduğu merkezî öneme sahip bir soru, kadınların kapasitelerinin hem barış hem de kriz anlarında, günlük işleyişte ve istisnai durumlarda nasıl benimsenebileceği ve entegre edilebileceğidir.

Belki de dünya halklarını birbirine bağlayan bağlar daha önce hiç bu kadar net olmamıştır. Bu karşılıklı bağlantılılığın tanınması, insanlığın kapasitesinden bütünüyle ve çeşitliliğinin bolluğundan yararlanma kararlılığıyla birlikte yürümelidir. İnsanlığın bir sonraki kalkınma adımlarının hiçbir ciddi değerlendirmesi, kadınların karar alma ve kamusal hayata tam ve etkin katılımını genişletme ihtiyacını görmezden gelemez. Ancak bu kabiliyetler tam anlamıyla ifade edildiği ölçüde toplumlar ve toplum geneli, insanlığın karşılaştığı pek çok zorluğun üstesinden gelmek için gereken araçlar çeşitliliğine sahip olacaklardır.

Toplumsal Yapıları Dönüşüme Uğratmak için Yeni Güç Dinamikleri Geliştirmek

Toplumsal Yapıları Dönüşüme Uğratmak için Yeni Güç Dinamikleri Geliştirmek

Kadının Statüsü Komisyonu’nun 64. Oturumuna Sunulan Bildiri

New York—21 February 2020

Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformunun yirmi beşinci yıldönümü, cinsiyet eşitliğinin tam olarak ifade edilmesini engelleyen toplumsal yapıları ve güç dinamiklerini analiz etmek için özel bir fırsat sunmaktadır. Hiç şüphesiz, kadın haklarının yasal ve ilkesel çerçevelerdeki gelişimi ve birçok ülkede kız çocuklarının eğitime erişiminin yaygınlaştırılması da dâhil olmak üzere, birçok alanda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Aşılan kilometre taşlarının belki de en önemlisi, kadınlarla erkeklerin eşit olduğunun hemen hemen tüm dünyada kabulünde kendini göstermiştir. Ancak eşitlik ideali genel olarak kabul edilmekte ise de, bu idealin yaşamın bütün yönlerinde ifade edilmesi, gerçekleşmekten oldukça uzaktır. Gerçekten de, önceki kazanımların güvenceye alınması konusunda dünyanın çeşitli bölgelerinde yakın geçmişte yaşanan bazı gerilemeler, kadınların ilerlemesini engelleyen yapıların çekişmeci yöntemlerini benimseyen çabaların kırılganlığını ortaya koymaktadır. Eşitliğin önündeki engelleri ve eşitliğin gelişmesini sağlayacak fırsatları belirleyebilmek için, toplumun mevcut düzenlenişinin derinden incelenmesi gerekmektedir. Sonuçta, cinsiyet eşitliğinin tam olarak sağlanabilmesi için, toplumun teklik, birlik ve adalet ilkelerine göre yeniden yapılandırılması şarttır.

Daha geniş bağlamından bakıldığında, kadınlara karşı yapılan ayırım hastalıklı bir toplumsal düzenin birçok belirtilerinden biridir. Tahakküm ve muhalefet dinamikleri kadın ve erkek arasındaki ilişkiler de dâhil olmak üzere, çoğu insan ilişkilerini tanımlar hale gelmiştir. Cinsiyet eşitliğine ulaşma çabaları genellikle güç mücadelesiymiş gibi yansıtılmaktadır. Güç, çekişmeli bir şekilde ifade edildiğinde, eşitsizlik, şiddet ve sömürü yaratır ve ortak yarara veya kişiler arası yarara kolaylıkla yöneltilemez. Sıfır toplamlı bir oyun olarak kurulmuş bir sistemde, sınırlı kaynaklara erişmek ve ayrıcalıklı pozisyonlara ulaşmak için kavga etmek mantıklı gelebilir. Ancak, toplumsal düzenin ulaşabileceği en üst nokta sıfır toplam paradigması mıdır? Bütün insanların aynı anda ilerleyip gelişmesine imkân veren sistemler ve yapılar yaratılabilir mi? Gücün hangi ifadeleri bu tür sistemleri ve yapıları meydana getirebilir?

Bahai öğretileri tüm insanların sürekli ilerlemekte olan bir medeniyeti daha da ileri taşımak için yaratıldıklarını ve her insanın bunu yapabilmesini sağlayacak bir dizi kutsal donanıma —bilinç, bir kalp ve bir ruh dâhil olmak üzere— sahip olduğunu tasdik etmektedir. Ruhun cinsiyeti yoktur; kadınlara karşı olan önyargıların ruhani gerçeklikte herhangi bir temeli yoktur. İnsanlık bir bütün olarak, kadınların medeniyetin her alanına katılmaktan mahrum edilmesi yüzünden son derece büyük acılar çekmiştir. Kadınlar ve erkekler, birbirinin ortakları ve meslektaşları olarak birlikte çalışmak yoluyla gücün, adil ve eşit bir toplum kurma çabalarına olanak sağlayacak türde yapıcı ifadelerinden nasıl yararlanabileceklerini öğrenebilirler. Gücün, insan ruhunun ve kolektifliğin güçlerinden yararlanmayı içeren yaratıcı ve yapıcı bir biçimi, tüm insanlığın çıkarlarını gözetecek toplumsal yapıların yeniden inşa edilmesini mümkün kılacaktır. Gücün böylesi bir biçimi, genelin kalkınmasına katkıda bulunabilmesi için bireyin kalkınmasına ve bireyin refahının sağlanabilmesi için genelin refahına fırsat tanıyacaktır. Bireyler, gruplar ve toplumlar arasında ve bireylerle toplumun kurumları arasında adil ve işbirliğine dayalı ilişki modellerinin oluşturulması son derece önemlidir.

Eğitim, insanlığın ihtiyaçlarıyla orantılı ilişki modellerinin kurulmasını mümkün kılacak temel çözümlerden biridir. Bazı eğitim modelleri çocuklara, mevcut sistemlerin zararlı normlarını ve mantığını aşılamaktadır. Doğal olarak bu, kastedilmekte olan eğitim türü değildir. Birleşmiş Milletler ve Üye Ülkeler, insanların hem zihinsel hem de ruhani güçlerini geliştirmeye özen gösteren eğitim süreçlerine yatırım yapmalıdır. Bu modeller insanlığın birliğini ve kadın erkek eşitliğini yayıp ilerletmelidir. Bu eğitim modelleri, çocukların tüm insanlara karşı içten bir sevgi; karşılarına çıkacak sorunların üstesinden zaman içinde sabır ve sebatla gelmelerine yardım edecek bir hizmet anlayışı; yerel toplumlarında var olan ve gelişimi engelleyen zararlı geleneklerin ve değerlerin dönüşümü yönünde çalışmak için harekete geçirecek türde bir gelecek vizyonu ve başka insanların bakış açılarına açık olmalarını ve kendi görüşlerine ve yaklaşımlarına katı bir şekilde bağlanmamalarını sağlayacak bir alçakgönüllülük tavrı geliştirmelerine yardım etmelidir. Çocuklara, toplumlarının diğer üyeleriyle birlikte gerçeği tarafsızca araştırabilecekleri ve kendi toplumlarının ve çevrelerinin koşullarını iyileştirecek pratik çözümler arayabilecekleri, meşverete dayalı kolektif ortamlara katılabilmeleri için birçok fırsatlar sunulmalıdır.

İnsanlığın Kolektif Güçlerinin Serbest Bırakılmasında Birleşmiş Milletlerin Rolü

1995’teki dördüncü dünya kadın kongresinden beri cinsiyet eşitliğinin ilerletilmesiyle ilgili Birleşmiş Milletlerdeki diskur çoğunlukla mevcut dengesiz yapılar içinde güce erişimin genişletilmesine odaklanmıştır. Bu süreç kuşaklar boyunca sürdürülerek pekiştirilen eşitsizlikleri tam olarak gidermekte başarısız olmuştur. Mevcut toplumsal düzenden en çok yararlananlar, değerli olduğuna inandıkları bir sistemi tamamen değiştirmek için çalışmakta isteksiz olabilirler. Bu nedenle, tüm insanlar için, toplumsal değişim süreçlerine toplumun her düzeyinde katılabilmelerini sağlayacak ortamların ve fırsatların yaratılması şarttır. Yaptıkları katkılar göz ardı edilmiş olan insan gruplarının çoğu varoluşun ruhani bir boyutuna inanmakta ve yolsuzluk, açgözlülük ve zulüm krizlerine ahlaki çözümler aramaktadır. Etikten ve ahlaktan uzaklaşılması toplumsal hastalıkları ağırlaştırmış ve gücün hem ruhani hem de maddi kaynaklarından yararlanılması durumunda sağlanabilecek olan ilerlemeyi yavaşlatmıştır. Eşitliğin sadece maddi araçlarla sağlanabileceği ve yalnızca maddi göstergelerle ifade edilebileceği düşüncesi, birçok insanın sorguladığı bir fikirdir. Maddi kaynaklar sınırlı olabilir, ama maddi olmayan kaynaklar hem sınırsızdır hem de herkese açıktır. Bunların arasında yaratıcılık ve hayal gücü, meşveret ve irade, sezgi ve içgörü ile birleşik ve uyumlu eylemin gücü sayılabilir. Birleşmiş Milletlerdeki cinsiyet eşitliği diskuru, karşılıklı fikir alışverişi ve öğrenmeye dayanan ve insan ruhunun güçlerini besleyip kanalize eden daha katılımcı yapıların yaratılmasıyla güçlendirilmiş olacaktır.

Birleşmiş Milletlerde kararlaştırılan hedeflerin ve çerçevelerin başarıyla uygulanması sadece yerel eylem sayesinde mümkündür. Eğer eylemin birincil alanı yerel toplumlar ise, toplum üyeleri kendi refah ve esenlikleriyle ilgili karar verme süreçlerinin dışında bırakılamazlar. Kendi toplumlarında eşitliğin ilerletilmesi sürecinin belirlenmesinde kadınların kilit bir söz hakkına sahip olmaları özellikle çok önemlidir. Erkekler, insanlığın refahının kadınların tam katılımına bağlı olduğunu kabul ederek, kadınların katkılarını memnuniyetle karşılamalı ve hatta özellikle talep etmelidirler. Ulusların, halkların ve toplumların esenlikleriyle ilgili kararların verildiği ortamlara ve süreçlere kadınların tam anlamıyla katılmaları şarttır. Bu, yönetimin her düzeyindeki vizyonlarda ve bakış açılarında, bütün insanların esenliğinin ancak ve ancak dünya liderlerinin insanlığın bir bütün olarak iyileştirilmesine sarsılmaz bir şekilde taahhüt vermeleriyle sağlanabileceğine dair sağlam bir inançtan güç alan, temel bir değişim gerektirmektedir. Kalıcı cinsiyet eşitliği ancak, insanlığın çıkarlarına hizmet etmeyen modası geçmiş inançların, kültürel normların ve uygulamaların terk edilmesiyle ve var olan güçlerin üzerine inşa edilerek sağlanabilir.

Cinsiyet eşitliğini daha güçlü bir şekilde tesis etmek için, Birleşmiş Milletlerin, hükümetlerin ve sivil toplumun önümüzdeki yirmi beş yıl içinde ne gibi inançlar, normlar ve uygulamalar benimsemesi gerekecektir? Gücün mevcut çekişmeci ifadeleri artık bir işe yaramıyorsa, kullandığımız araçların varmak istediğimiz sonuçlarla tutarlı olmasını nasıl sağlayabiliriz? Nihayetinde adil, çeşitliliğe sahip ama birleşmiş, aynı zamanda bütün sakinlerine büyüme ve gelişme fırsatları sağlayan sağlıklı bir dünya istiyoruz. Böyle bir dünya ancak kadınlar erkeklerle bunun mümkün olması için omuz omuza çalıştığı takdirde meydana gelebilir.


İngilizce orijinalinden tercüme edilmiştir.

 

KİMSEYİ ARKADA BIRAKMADAN DÜNYAYI YENİ BAŞTAN YARATMAK

KİMSEYİ ARKADA BIRAKMADAN DÜNYAYI YENİ BAŞTAN YARATMAK

Kadının Statüsü Komisyonu’nun 63. Oturumuna Bahai Uluslararası Toplumu’nun Bildirgesi

8 Mart 2019

New York—8 March 2019

Toplumsal koruma, bir seviyede, yoksulluğu ve korumasızlığı azaltmak için tasarlanmış politikalar ve programlar dizisi olarak algılanabilir. Herkese, özellikle de çoğunluğu kadın ve çocuklar olan en korumasız olanlara, toplumsal koruma sağlama gibi önemli bir konu, daha büyük bir gerçeğin ışığında düşünülüp ele alınmalıdır: yani tüm insanlığın bir olduğu ve tüm insanlığın bu ortak vatanımızın bol kaynaklarından faydalanması gerektiği gerçeğinin. Tüm insanların kaliteli bir eğitim alma, sağlık hizmetlerine erişme, kendi ruhani değerlerini uygulama fırsatları yoluyla asil yaşamlar sürme ve aynı zamanda çalışarak, sağlıklı aileler yetiştirerek ve insanlığa hizmet faaliyetleri yürüterek kendi toplumlarının iyiliğine kendi katkılarını sunma hakları olduğu artık kabul edilmiş bir gerçek olmalıdır.

Toplumsal koruma, bir seviyede, yoksulluğu ve korumasızlığı azaltmak için tasarlanmış politikalar ve programlar dizisi olarak algılanabilir. Herkese, özellikle de çoğunluğu kadın ve çocuklar olan en korumasız olanlara, toplumsal koruma sağlama gibi önemli bir konu, daha büyük bir gerçeğin ışığında düşünülüp ele alınmalıdır: yani tüm insanlığın bir olduğu ve tüm insanlığın bu ortak vatanımızın bol kaynaklarından faydalanması gerektiği gerçeğinin. Tüm insanların kaliteli bir eğitim alma, sağlık hizmetlerine erişme, kendi ruhani değerlerini uygulama fırsatları yoluyla asil yaşamlar sürme ve aynı zamanda çalışarak, sağlıklı aileler yetiştirerek ve insanlığa hizmet faaliyetleri yürüterek kendi toplumlarının iyiliğine kendi katkılarını sunma hakları olduğu artık kabul edilmiş bir gerçek olmalıdır.

Dahası, insanlığın birliğinin açık bir iması, kadın ve erkeğin eşit olduğudur. Hem birliğin hem de kadın erkek eşitliğinin artan kabulü modern çağa damgasını vuran bir özelliktir ve adalet, karşılıklı destek ve refah ile nitelendirilen küresel bir medeniyetin aşamalı ortaya çıkışının ayırt edici işaretidir. Yine de birliğin yaşamın her bir yönündeki tam ifadesi henüz gerçekleşmeyi beklemektedir; ve aslında bunun gerçekleşmesi bazen ulaşılmaz olarak hissedilmektedir. Kadınların ve kız çocuklarının toplumun şu anki düzeninde meydana gelen adaletsizliklerden sıklıkla en çok zararı görmesi, bu düzene yol açan tarihsel güçler göz önüne alındığında şaşırtıcı değildir. Birlik prensibinin artan kabulü, yirminci yüzyılın en büyük miraslarından biriyken, yaygın toplumsal sistemlerin ideolojik temellerinin birçoğu, birliğe tam zıt olan değerler üzerine kurulmuştur. Dışlayıcı düşünce ve yaklaşımlar olan, bazı grupların diğerlerine karşı yaradılıştan gelen üstünlüğüne duyulan inanç ve ilerlemeyi başarmanın bir aracı olarak düşmanca çekişmeye bel bağlama, toplum yapılarının bizzat DNA’sına kodlanmıştır. Öyleyse birlik prensibi bu yapılara yüzeysel bir şekilde aşılanamaz; toplumun sistemleri ve yapıları birliği cisimleştirecek şekilde yeniden biçimlendirilmelidir.

Birleşmiş Milletler gibi önemli bir organın ve onu oluşturan Üye Devletlerin önünde bulunan kritik bir soru, özellikle kadınlar ve kız çocukları dâhil olmak üzere, tüm dünya insanlarının kapasitelerinden ve kolektif güçlerinden nasıl yararlanılacağı ve bunların nasıl serbest bırakılacağıdır. Kurumsal imaların ötesinde birlik ve eşitlik prensipleri, kültür seviyesinde derin değişimler gerektirmektedir. Hiç kimse adaletin titizlik isteyen taleplerinden muaf değildir; herkes kendi tutumlarını, değerlerini ve başkaları ile ilişkilerini sürekli olarak yeniden gözden geçirmeye çağrılacaktır.

Ekonomik Eşitsizlikleri Ele Almak

Toplumsal ve kültürel normlar ve eşitsizlikler nedeniyle, kadınlar hayat döngüleri boyunca korumasızlığı deneyimledikleri belirli evreler yaşamaktadırlar. Birçok ülkede, kadınların gelirlerini kaybedip yoksulluğa sürüklenmesi erkeklerden çok daha muhtemeldir. Ekonomik açıdan en gelişmiş toplumlarda bile, kadınların doğurganlık rolleri çoğu kez, kendilerine işgücünde erkek meslektaşları ile aynı rol ve sorumluluklar verilemeyeceği şeklinde bir anlam kazanmıştır. Kadınların ve kız çocuklarının kamu hizmetlerine erişimlerinin ve güçlü altyapıdan yararlanmalarının önünde birçok engel bulunmaktadır. Kolektif güvenliği, çevresel sürdürülebilirliği ve eşit ve adil bir ekonomik düzeni teşvik eden yönetim sistemlerinin bu engelleri kalıcı olarak ortadan kaldırmaları gereklidir. Uygun ekonomik düzenlemeler, toplumsal koruma için merkezi konumları göz önüne alındığında, özel olarak ele alınmayı hak etmektedir.

Servetin aşırı bir şekilde biriktirilmesi, dünyanın, tüm sakinleri için yeterli kaynaklardan yoksun olduğu çarpık algısına neden olmuştur. Tüm insanların yoksulluktan nasıl kurtarılacağı düşünülürken, odaklanmanın zenginlik üretimine yönelmesi konusunda bir dürtünün olması anlaşılırdır Büyümeye ve gelir üretimine verilen dikkat, sıklıkla buna ihtiyacı olmayanlar için daha fazla servet yaratılmasına ve ihtiyacı olanların ise artan mahrumiyetine dönüşmüştür. Az sayıda insanın kendileri ve yakınları için vicdansızca aşırı miktarda maddi kaynaklar biriktirmesine izin veren düzenleyici yapılar sürdürülemez. Ekonomik modeller, adalet ve güvenilirlik gibi ahlaki etkenleri göz ardı etmeyi ve dışlamayı sürdürdüğü sürece, küresel finansal istikrarsızlık artmaya ve tüm insanlık da bu sorunla mücadele etmeye devam edecektir.

Gerçekten de çevresel bozulmanın sonuçları dünya çapında hissedilmektedir. Yine de çoğu sanayileşmiş ülkedeki ekonomik paradigmalar çevresel etkiyi meselenin dışında kalan bir konu olarak görmektedir. Bu durum, kırsal toplumların yoksullaşmasına, savunmasız nüfusların sömürülmesine ve doğal dünyanın hızla bozulmasına neden olmuştur. Ekonominin sorularını gezegen sınırlarının ışığında değerlendiren umut verici yeni modeller ortaya çıkmaktadır. Bu modeller, potansiyellerinin yanı sıra sınırlamalarının da belirlenmesi bakımından araştırılmalıdır. Genel olarak küresel toplum, kolektif vesayet, adalet ve karşılıklılık ilkeleri etrafında düzenlenen ekonomik modellerin nasıl ortaya çıkabileceğini ve farklı toplumların ihtiyaçlarına nasıl uyarlanabileceğini anlamaya yönelik önemli kaynaklar ayırmak isteyebilir.

İnsan Ruhunun Güçlerini Serbest Bırakmak

Dünya çapındaki birçok toplumda maddi zenginliğin eksikliği, nitelikli öğretmenleri cezbetmek, eğitmek ve elde tutmak için ve eğitim tesislerini inşa edip sürekli kılmak için bir engel teşkil etmiştir. Gündem 2030, herkese eğitim sağlama aracı olarak kamusal altyapıyı güçlendirmeyi vurgulamaktadır. Kaliteli eğitim, belli bir ölçüde maddi kaynakların akışına bağlı olsa da tabandaki birçok Bahai toplumunun deneyimi, dünyanın en ücra ve yoksulluk sınırındaki bölgelerinde bile, zaman, ilgi ve maddi araçlarının akıllıca kanalize edilmesiyle gelişebilecek bir insan kaynakları bolluğunun var olduğunu göstermektedir.

Bir toplum sahip olduğu kaynakları değerlendirdiğinde (örneğin yerel halkın meydan okumaları belirleme ve çözümler hakkında meşveret etme kapasitesi; basit yapıları ve diğer ihtiyaçları inşa etmek için zaman, yetenek ve malzeme bağışlamaya istekli toplum üyelerinin cömertliği) kısıtlamalar fırsatlara dönüşebilmektedir. Deneyimlerimiz, tüm insani kapasitelerin serbest bırakılmasıyla ilgilenen bir eğitim sürecinin başlatılmasının, güçlü bir altyapı mevcut olana kadar ertelenmesinin gerekmediğini göstermiştir. Kaliteli bir eğitim, tüm eğitim sürecine –yani öğretmenlerin eğitimine, uygun müfredatın seçilmesine veya geliştirilmesine, öğrenmeye yardım eden bir ortamın oluşturulmasına ve öğrenme sürecinin içinde açığa çıktığı toplumun katılımına– dikkat gösterilmesini gerektirmektedir. Bu farklı boyutlar, maddi kaynaklarla bir dereceye kadar takviye edilebilir ve güçlendirilebilir. Ancak daha da önemlisi, öğretmenlerin ve öğrencilerin insan ruhunun güçlerini serbest bırakan bir kapasite inşa etme sürecine dâhil olmalarını sağlamaktır.

İnsan ruhu – ki bir anlamda insanoğlunu diğer türlerden ayıran özel kabiliyetlerin (buna insan aklı da dâhil olmak üzere)  toplamı olarak kabul edilebilir– bilme, sevme ve irade kapasitesine sahiptir. İnsan ruhu, çok uzun zamandan beri hafife alınmış bir güçtür ve bu nedenle insanlık, sınırsız bir refah kaynağından mahrum kalmıştır. Onun güçlerini serbest bırakmak, çocukların hem karakterlerini dönüştürmek hem de üretken hayatlar sürmek için gereken bilgi ve becerileri geliştirmelerine yardımcı olacak bir eğitimi gerektirmektedir. Bu, edebiyat ve sanatla meşgul olmayı, bilimsel eğitimi, teknik becerilerde ustalaşmayı, bireysel ve kolektif karar alma süreçlerine dâhil olma becerisini ve ihtiyaçları belirleyip çözümler üzerinde meşveret etme kapasitesini geliştirmeyi içerecektir. Çocukların yetenekleri giderek geliştikçe ve toplumda ifade buldukça, medeniyetin bel bağladığı bu sanatlar, bilimler, yenilikler, felsefeler ve etikler filizlenir.

Dünyayı Yeni Baştan Yaratmak

Kadınlar ve kız çocukları için yaşamlarının her aşamasında toplumsal koruma sağlamada yetersizlik, miadı dolmuş bir toplumsal düzenin belirtilerinden yalnızca biridir. Bu durum, politika değişikliği, adil yasaların yürürlüğe konması ve aşırı eşitsizliğin uçurumlarını kapatmaya yönelik tedbirler yoluyla mevcut düzenin sınırlarının zorlanmasını gerektirmektedir. Bununla birlikte bu değişiklikler, gerekli olsalar da, tüm insanların gelişmesine izin verecek yeni yaşam modellerini meydana getirmekte yetersiz kalacaklardır. Toplumun birçok sistem ve yapısının tam da tahakküm ve eşitsizliği güçlendirmek için tasarlandığı göz önüne alındığında, önemli kaynaklar ayrıca tamamıyla yeni bir prensipler dizisi etrafında yapılandırılmış etkili yönetim, eğitim ve ekonomi modellerini öğrenmeye yönlendirilmelidir; ki bu prensipler de insanların bir olduğu, kadın ve erkeğin eşit olduğu, kolektifliğin yeni doğmakta olan güçlerinin işbirliği ve karşılıklılık yoluyla serbest bırakılabileceği ve insanlığın ilerleyişinin, tüm insanların dünyayı yeni baştan yaratmaya tam katılımı yoluyla büyük ölçüde destekleneceğidir.

 

Refaha Doğru: Gelişmekte Olan Bir Dünya Medeniyeti Kurmada Kadınların ve Erkeklerin Rolü

Refaha Doğru: Gelişmekte Olan Bir Dünya Medeniyeti Kurmada Kadınların ve Erkeklerin Rolü

61. Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu’na Bahai Uluslararası Toplumu tarafından Sunulan Bildirge

 
New York—3 March 2017

Dünya liderleri çok çetin bir yük taşımaktadır. Toplumlarını kendilerine tercih ederek ve benliğe vurgu yapıp güç dengesizliğini teşvik eden modası geçmiş modelleri reddederek, vatandaşlarının esenliğini sağlamak zorundadırlar. Doğru soruları sormalı ve en önemlisi bu soruları cevaplamaya başlamalıdırlar. Örneklendirecek olursak, ekonomik sistemimizin hangi unsurları onu son derece işlevsiz hale getirmektedir? Katılımları herkesin yararına iken kadınların büyük çoğunluğu neden anlamlı kararlar almanın dışında tutulmaktadır? Milletlerin istikrarını tehlikeye atan büyüyen eşitsizlik dalgasını nasıl durdurabiliriz? Onlara her türlü fırsatı vererek bizlerin de yürümüş olduğuna nazaran,  daha az tehlike içeren ve daha anlamlı bir yolda yürümeleri için, yetişmekte olan nesillerin refahına nasıl yatırım yapabiliriz?

Kadın ve erkek eşittir ve her zaman eşit olmuştur. Bu, dünya tarihinin uzunca bir dönemi boyunca, erkeklerin gelişim ve katılımını çokça zamandır kadınlarınkine tercih eden, dengesiz sistem ve yapılar nedeniyle bastırılmış ruhani bir gerçektir. Kadın erkek eşitliği giderek daha fazla kabul görürken bu durum, kadın erkek eşitliğinin hayatın her alanındaki ifadesinin önünü tıkayabilen engelleri otomatik olarak yok etmez. Bu vesileyle, dünyadaki değişen iş ortamlarındaki kadınların ekonomik olarak güçlendirilmesi konusunu görüşmek üzere Üye Ülkelerin toplandıkları bu komisyonda, aynı anda hem ekonomik faaliyetin amacı hem de gerçek gelişmenin sonucu olarak kabul ettiğimiz refahın doğası hakkında, bazı görüşler sunmak istiyoruz.

Eğitime erişim ve kadınların erkeklerle yan yana geliştiği ortamların yaratılması konusunda önemli gelişmeler kat edilmiş olmakla beraber,  daha başarılacak çok şey vardır. Sistemleri etkileyen yapısal adaletsizlik, insanlığı kriz üstüne krizin içine çekerken kadınların potansiyelini bastırmaya devam etmektedir. Bu eşitsizlikler, toplumun dokusundan tamamıyla sökülüp atılmadıkça, insanlık, bugün modern yaşamın büyük bir kısmını tanımlayan çatışma, umutsuzluk, karmaşa ve dengesizliğe batmaya devam edecektir. Refaha giden yol birçok engel ile dolu olsa da, aynı zamanda umut ile de döşenmiştir.

İnsanlığın özlemini çektiği dünya medeniyeti, yaşamın maddi ve ruhani boyutlarının uyum içinde olduğu ve eşitlik ile adalet gibi ruhani prensiplerin ticaret ve yönetim gibi medeniyetin maddi yönlerine nüfuz ettiği bir medeniyettir. Doğal olarak, bir medeniyetin etkinliği ve canlılığı, onu oluşturan parçaların gücüne bağlıdır. Bu bakımdan bireyler, kurumlar ve toplumu oluşturan diğer bileşenler arasındaki ilişkileri yöneten nitelikler hakkında söylenecek çok şey vardır.

Hüküm süren ekonomik ve jeopolitik düzenler, çatışma ve saldırganlık tutumları ile öyle özdeşleşmiştir ki, birçok kişi bu niteliklerin insan doğasının kaçınılmaz özelliklerini teşkil ettiği görüşüne boyun eğmiştir. Ancak, şiddete, bencilliğe, korkaklığa ve rekabete eğilim gösteren insanların, aynı zamanda nazik olma, başkalarını kendilerine tercih etme, çok büyük kişisel bedeller pahasına kahramanlık yapma ve rekabet kabul görürken işbirliği yapabilme becerilerini de defalarca sergilediğini bilmekteyiz. Hükümetler, dinamik öğrenme süreçlerini halklarının içinde gizli bulunan ruhani ve ahlaki güçlerin nasıl gelişip salıverileceği üzerine odaklayarak vatandaşlarının yüksek doğalarını eğitmek için yeterli kaynakları sunabilse, bu asil özellikleri ne kadar daha çok ortaya çıkardı?  Dahası, güç ilişkilerini şimdiye kadar tanımlamış olan dinamikler, insanlığın bir olduğu gerçek anlayışı ışığında yeniden düşünülmelidir ki bütün insanlar anlamlı yaşamlar sürdürebilme fırsatına sahip olabilsin. Bu çaptaki değişimlerin zor kazanılacağı aşikârdır ve liderlerin ve dünya vatandaşlarının vizyonunu, fedakârlığını ve uzun vadeli adanmışlığını gerektirecektir.

Gelişmekte olan bir medeniyet, tüm insanlardan yararlanarak onların kabiliyet ve yeteneklerini herkesin iyiliği ile uyumlu hale getirecektir.  Bu, tüm çocuklar kendi zihinsel ve ahlaki kabiliyetlerini geliştirmelerine yardımcı olan kaliteli bir eğitime erişebildikçe giderek daha da mümkün olacaktır. Dahası yetişmekte olan nesillerin ilk eğitmenleri kadınlar oldukları için, onların eğitim fırsatı tüm toplumlarda vurgulanmalıdır. Kadınların işgücüne, ve aslında yaşamın her alanına, katabileceği müşfik ve uzlaştırıcı niteliklerin değeri uzun zamandır azımsanmakta ve insanlık bunun sonucu olarak acı çekmeye devam etmektedir. Kadınların ve erkeklerin gerçek ortaklığı hayatın her alanında ortaya çıktığında olgunlaşacak meyveleri öncesinde öngörebilir miyiz? İnsanlık, biri kadın diğeri erkek olan iki kanada sahip ve kadın kanadı bunca zamandır baskı altında tutulduğu için uçmakta zorlanan bir kuşa benzetilebilir. İki kanadı da koordineli ve güçlü iken insanlığın uçabileceği muazzam yükseklikleri kim tam anlamıyla tahayyül edebilir?

Gençlik dönemi, her insanın yaşamında büyük öneme sahiptir. Yaşamın bu zamanı, özel fırsatlarla dolu bir dönemi temsil eder. Bu, gençlerin hizmete yönelebildikleri ve tüm hayatları boyunca yanlarında taşıyacakları toplumsal sorumluluk hissini geliştirebildikleri bir hazırlık ve hareket zamanıdır. Bu ikisi de özel bir eğitim olmadan gerçekleşmez.  Akranı olan kadınlara saygı duyan genç ile onlara kötü davranan diğer bir genç arasındaki farkı eğitim belirler. Böyle tutumların eğitimi, evde, okullarda, toplumlarda ve hayatın vuku bulduğu pek çok toplumsal ortamda gerçekleşir.

Aile, şekillendirici eğitimin gerçekleştiği hayati bir toplumsal ortamdır. Bu bakımdan, kadınların yaşamlarının odaklı bir dönemini çocukların yetiştirilmesine adamaya karar vermeleri halinde onları, çalışma hayatına anlamlı katkıları sunabilecekleri ortamların dışında bırakmayacak bir şekilde, yaşadıkları toplumlarında yapılması gereken düzenlemeler konusunda öğrenilecek çok şey vardır. Diğer taraftan, babaların ailelerinin yaşamlarındaki kayda değer rolünün farkında olmak önemlidir; babaların bu alana azımsanamayacak ölçüde dâhil olma becerileri özel bir ilgiyi hak etmektedir.  

Dünya ile ilişkilerimizi yöneten disiplin, büyük ölçüde ailede biçimlenir. Adaletsiz ya da adaletli olma, şiddetle ya da nazikçe davranma, yalancı ya da güvenilir olma eğilimleri genellikle evde geliştirilir. Sonrasında bu alışkanlıklar toplumsal etkileşimin her anına taşınarak ya gelişimin önündeki engel ya da gelişimin sıçrama taşları haline gelerek, sonuçta toplumun dokusunu ya paramparça eder ya da bir araya getirir. Örneğin, eğer erkek kardeşlerin kız kardeşlerine egemen olmalarına izin verilirse, oturma odasından sınıfa, işyerine ve nihayetinde uluslararası alana taşınacak bir alışkanlık oluşturulur. Diğer yandan, kız çocukları karar alma süreçlerine dâhil edildiklerinde ve erkek çocuklar evin işleriyle ilgilenmeleri için teşvik edildiklerinde kişilikler gelişmeye başlar. Çocuklar, hem erkek hem de kız çocuklarının zihinsel güçlerinin hayati olduğunu ve kadınlara özgü olarak bilinen besleyici niteliklerin erkekler tarafından sergilendiğinde de eşit derecede övgüye değer olduğunu öğrenirler.

Daha yapılanmış eğitim programlarına gelince,  yaşamın bu aşamasının önemi akılda tutulmalıdır.  Bu dönem gençlerin, toplumlarının ekonomik yaşamı da dâhil olmak üzere, yaşamın tüm boyutlarında kendi rollerini anlamaya başladıkları bir dönemdir. Eğer yetişmekte olan nesiller sadece hastalıklı bir sistemin içinde çalışmayıp nihayetinde gelişen bir medeniyetin yaratılmasına gitgide katkıda bulunacaklarsa, anahtar role sahip ana yetenekler erken yaşlarda geliştirilmelidir.

Öncelikle, gençlerin eğitimi filizlenmekte olan ruhani, fiziksel ve zihinsel güçlerine hitap edecek dinamikleri kapsamalıdır. Erken yaştan itibaren öğretilmesi gereken temel bir prensip, insanlığın birliği prensibidir. Bu kapsamda, kadın erkek eşitliği vurgulanmalıdır. Genç insanlar dünyadaki çelişkileri görürler. Sadece kelime ve kavramlar, onlara her yönden saldıran ve sıklıkla da zararlı mesajları yok edemez. Erkek ve kız çocukların kendi toplumsal ortamlarındaki meydan okumaları tanımlamak için omuz omuza çalışıp konuştukları pratik unsurların, bunları ele alacak planlara dâhil edilmesi tüm toplumun yararınadır. Aynı şekilde, ihtiyaçları belirlemeleri ve zamanla daha içerikli planlar tasarlamaları için özgürlük tanınırken hizmet aktiviteleri yürütmek adına toplumlarının bu konuda deneyimli ve güvenilir üyelerince eşlik edildiklerinde, yetişmekte olan genç nesiller yeni ve sağlıklı düşünce ve hareket modelleri geliştirmek için desteklenmiş olurlar. Erken bir yaştan itibaren gençler, gerçek liderliğin benliksiz hizmet ile özdeş olduğunu, kız ve erkek çocuklar tarafından eşit bir şekilde yapılabileceğini, konsültasyon, işbirliği ve uzun vadeli harekete adanmışlık ile başarılabileceğini öğreneceklerdir.

Dünya liderlerinin sadece, mevcut ekonomik sistemlerin kadınlardan nasıl daha fazla anlamlı katkılar alabileceğini değil ama aynı zamanda, yetişmekte olan nesillerin yeni bir ekonomik sistem inşa etmede nasıl desteklenmesi gerektiğini de ciddi biçimde düşünmeleri Bahai Uluslararası Toplumu’nun umududur.

Din ve Cinsiyet Eşitliği Üzerine Yeni Bir Diskura Doğru

Din ve Cinsiyet Eşitliği Üzerine Yeni Bir Diskura Doğru

Kadının Statüsü ve Dördüncü Dünya Kadın Konferansının 20. Yıldönümü üzerine

59. Komisyona Bahai Uluslararası Toplumunun Bildirgesi

New York—1 February 2015
Tüm üye ülkeler, Pekin Deklarasyonunun ve Hareket Platformunun uygulamalarında kaydedilen ilerlemeyi gözden geçirmek ve 2015 sonrası kalkınma gündeminde cinsiyet eşitliğini ele almak için toplanırken kadın-erkek eşitliğini ilerletmede dinin rolü üzerine ciddi bir şekilde görüş alış verişinde bulunma zamanı gelmiştir. Toplumları sosyal ve siyasal açıdan harekete geçirmenin temeli olarak din, açıkça incelenmesi gereken bir gerçekliktir. Dinin insanların yaşamları ve kimlikleri üzerindeki süregelen önemi, artık daha fazla göz ardı edilemez. Eğer toplumda yapıcı bir rol üstlenecekse doğası ve amacı yanı sıra din kavramının kendisinin yeniden incelenmesi gerekmektedir. Bizi ‘laik-dindar’, ‘modern-geleneksel’, ‘liberal-muhafazakâr’, ‘Batılı-Batılı olmayan’ olarak karşıt tartışmalara kilitleyen etiketleri üstümüzden atmaya hazır olmalıyız.

Dinin insan hayatındaki rolü ve kadın-erkek eşitliği, bu gibi kıyaslamalara indirgenemeyecek kadar karmaşık gerçekliklerdir. İçinde yaşadığımız çağın gereksinimlerine uygun yeni bir diskura ihtiyaç vardır. Bahai Uluslararası Toplumu böyle bir diskuru canlandırmayı ve bu diskura katkıda bulunmayı arzu etmektedir.

Öncelikle kadın-erkek eşitliğinin insan gerçeğinin bir yönü olduğuna ve yalnızca toplumun genel yararı için başarılması gereken bir koşul olmadığına dair inancımızı açık bir şekilde ifade etmek isteriz. İnsanları insan yapan şey, onların doğasında var olan onur ve asalet; ne erkek ne de dişidir. Anlam, amaç ve toplum arayışının; sevme, yaratma ve sebat etme yetisinin cinsiyeti yoktur. Böyle bir savın, insan toplumunun her yönünün düzenlenmesinde derin imaları vardır.

Dini, bir dogmalar dizisi veya birbiriyle çelişen mezhepler olarak görmüyoruz. Daha ziyade, dinin sürekli devam eden bir süreç olduğunu; onun vasıtasıyla insanlığın, insan yaşamının ruhani boyutunun bilincine vardığını ve hem bireysel hem toplumsal yaşamını buna uygun bir şekilde düzenlediğini öne sürüyoruz. Dinin özünde, bir araya geldiklerinde, insanlığın ortak mirasını oluşturan bir takım ruhani prensipler vardır. İnsanlık tarihinin ve gelişiminin her evresinde - ve bugün doğmakta olan küresel toplumun ortasında da aynı şekilde - din; yeni anlamlar, önem, işlevler ve ifadeler kazanmaktadır. Bugün daha sağlıklı ailelerin, daha barışçıl toplumların, daha canlı entelektüel yaşamın ve daha etkili yönetimin yaratılmasında kadınların içgörülerinin zorunlu olduğu gittikçe daha fazla kabul gördükçe dinin doğası ve çağdaş yaşamdaki rolü üzerine diskuru aydınlatması gereken şey, özellikle kadınların sesleridir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve ondan ortaya çıkmış olan insan hakları araçları; uluslararası topluma, bireyin doğal haysiyetini tanıyan ve üzerine barış içinde bir toplumun inşa edilebileceği hak ve sorumlulukları ayrıntılı bir biçimde tanımlayan örnek bir çerçeve sunmuştur. Hem hükümetler hem de toplumlar için en zorlu görev, bu normları dünya halkları için yaşanmış bir gerçekliğe dönüştürmek olmuştur. Yasal standartlar ve sosyal bilim tüm insanların eşitliğini onaylamaktadır; ancak eşitliğe dayalı bir toplumsal düzenin kurulmasında en zorlu engeller, kadının ve erkeğin doğasına ve ikisi arasındaki ilişkiye dair derinde yatan inançlar olmuştur.

Devlet başkanlarının ve sivil toplumun bir araya geldiği, o zaman için en geniş katılımlı toplantıda cinsiyet eşitliğinin dünya gündeminin ilk önceliğine konmasından yirmi yıl sonra bugün kadınlara karşı ayrımcılık dünyada en yaygın adaletsizlik olarak yerini korumaktadır.

Tarih boyunca insanlığın büyük kısmının kılavuzluk için dinlere ve onların liderlerine başvurduğu ve bugün de bunu yapmayı sürdürdüğü oldukça iyi belgelenmiştir. Pek çok kişi

‘rasyonel aklın’ ‘irrasyonel inançlar’ üzerinde sözde zaferi olarak modernleşmenin dinin etkisini azaltacağını düşünmüş olsa da bu, böyle gerçekleşmemiştir. Din, sayısız yollarla kendi varlığının gücünü ortaya koymuştur. Ortak refaha, millet ve ırk ayrımının ötesine geçen insanlığı kucaklamaya, çevre için mücadeleye ve bağışlama ve uzlaşmaya din adına hizmet çağrısı yükseltilmiştir. Kültürün ve toplum yaşamının şekillendiricisi olarak dinin rolü Birleşmiş Milletler (BM) tarafından gittikçe daha fazla kabul edilmiştir. Hizmetlerin yetersiz olduğu bölgelerde din temelli kuruluşların insan ve maddi kaynaklara ulaşma ve bunları temin etmedeki becerilerini fark ettikten sonra birçok BM kurumu ortak hedefler için bu kuruluşlarla işbirliği arayışlarına girmiştir. Yüzlerce dinî sivil toplum kuruluşuna BM Ekonomik ve Sosyal Konseyinde Müşavere Statüsü verilmiştir ve bunlar, BM’deki müzakerelere aktif olarak katkı sunmaktadırlar.

Din, aynı zamanda cehaletin ve kör hırsın kurbanı olmuştur. Onun adına fanatizm ve şiddet beslenmiştir. Dinî doktrinlerin kadınlara ve kız çocuklarına aşağı bir statü verdiğine yönelik tefsirler, erkek egemen sistem ve yapıların doğmasına yol açmış ve bunlar halen, kadınların topluma tam katılımının önünde engel oluşturmayı sürdürmektedirler. Uluslararası toplum; Kadınlara Karşı Her Tür Ayrımcılığın Kaldırılmasına Karşı Konvansiyon’un uygulanmasını engellemeyi ve kadınların insan haklarını dinî yasanın tefsir edilmesine bağlı olarak ihlal etmeyi sürdüren toplumların uzlaşmazlığı nedeniyle büyük zorluk yaşamaktadır. Bazı ülkelerde,  örnek olarak evlilik içi tecavüz yasaların dışında kalmayı sürdürmekte; bir erkeğin onuru, ailesinin dişi bir üyesini öldürmede geçerli bir savunma olarak kabul edilmekte; evlilik için minimum bir yaş sınırı bulunmamaktadır. Başka ülkelerde kadınların boşanma ve miras hakkı yoktur; eğitimleri zorunlu değil veya gereksiz görülmektedir; halka açık alanlarda veya kamusal idari yapılarda yokturlar. Halen yaygın olmakla birlikte bu tür örneklerin sıklığı azalma eğilimindedir. İlerleme; kadınların toplum yaşamına ve toplumu ilgilendiren işlere katılımındaki artışla görülebilir ve pek çok ülkenin kadın ve kız çocuklarının eğitimine odaklanan stratejiler aracılığıyla değişimi etkilemek için gösterdikleri önemli çabalardan fark edilebilir.

İnsanlığın bu aşamadaki kolektif yaşamında Komisyon’un dikkatini, günümüzde kadın ve kız çocuklarının durumunu ele alırken, kritik öneme sahip olduğunu hissettiğimiz üç çalışma alanına çekmek istiyoruz.

  1. Din liderlerinin sorumluluğu. Din liderleri, kadınların ve kız çocuklarının potansiyellerini geliştirip toplumun ilerlemesinde oynayacakları haklı rolü engelleyen derin adaletsizliklere dikkat çekip ele almada çok önemli bir role sahiptirler. Eğer daha adil ve barış içinde bir toplum kurulmasına layık katılımcılar olacaklarsa din liderleri; din adına işlenen insan hakları ihlaline, tüm şiddet ve fanatizm biçimlerine, eşitlik hakkının reddedilmesine karşı seslerini tereddüt etmeden yükseltmelidirler. Sözlerinin, hareketlerinin veya sessiz kalmalarının mevcut durumun oluşmasına hangi yollarla sebep olduğunu incelemelidirler. Yönlendirmelerinin ve oluşturdukları örneğin, insanı ayırt edici kılan entelektüel yetilerin kullanılmasını ne yollarla engellediğinin hesabını vermelidir. Bu konular üzerinde düşünülmesini teşvik etmede hükümetlerin oynamaları gereken bir rol vardır.
  2. Erkeklerin ve erkek çocuklarının rolü. Kadın-erkek eşitliği, etkileri dünya nüfusunun yalnızca yarısı üzerinde sınırlı olacak bir durum değildir. Onun fiiliyata geçirilmesi insan toplumunun tüm yönlerinde devrim yaratacaktır – birkaçını saymak gerekirse bilginin üretilmesi ve entelektüel yaşamın gelişmesi, yönetim uygulamaları, maddi kaynakların paylaşımı ve ailenin durumu. Erkekler, mevcut eşitsizlik koşullarında kendilerinin potansiyellerinin de tam olarak gelişmesinin imkânsız olduğunu idrak etmelidirler. Yeni erkeklik anlayışlarını yaymak ve modellemek, toplumun ve medyanın kendilerine verdiği dar rolleri sorgulamak ve onlara meydan okumak için ahlaki cesareti bulması gerekenler onlardır. Son tahlilde kadınlara, mevcut sosyal düzende haklı rollerini oynamak için alan yaratmak yeterli değildir. Daha ziyade hedef; aile, iş, toplum ve uluslararası ilişkiler bağlamında her biri diğerinin yardımcısı olarak herkesin gelişmesine izin verecek bir toplum kurmak için kadınların ve erkeklerin omuz omuza çalışmasıdır.
  3. Dinî tefsirleri temel alarak kadınlara karşı ayrımcılık yapmak. Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Giderilmesi Heyetine, dinî tefsirlere dayanan kadın ayrımcılığını ele alan bir söylem oluşturması için çağrıda bulunuyoruz. Bu konunun kapsayıcı barış hedefinin önünde çok büyük engel teşkil ettiğinin altını çiziyoruz.

Cinsiyet eşitliğinin başarılması henüz görülmemiş ölçekte maddi, ahlaki ve entelektüel kaynak gerektirecektir. Bu; insanlık kitlelerinin çabalarını, bilimin olduğu kadar dinin de içgörülerini, kadınların yanı sıra erkeklerin de korkusuzca adanmışlığını, tüm düzeylerde yönetimin eşi görülmemiş işbirliğini ve kadınların ilerlemesinin herkesin ilerlemesi anlamına geldiği anlayışını içerecektir. Bahai Uluslararası Toplumu, insanlığın iyileştirilmesi için çalışan herkesi bu bildirgede dile getirilen konularda görüş alış verişine davet etmektedir. Umudumuz, bu yolla birbirimizin bakış açılarını daha iyi anlayıp öğrenebilmemiz ve herkesin gelişmesini destekleyen bir sosyal düzenin hayata geçirilmesine doğru çabalarımızı birlikte ilerletebilmemizdir.

Kadınlara ve Kız Çocuklarına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesine Doğru

Kadınlara ve Kız Çocuklarına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesine Doğru

Bahai Uluslararası Toplumu’nun Kadının Statüsü Komisyonu’nun 57. Oturumuna Katkısı

New York—15 November 2012

Kadın ve kız çocuklarına yönelik salgın haldeki şiddet ve ayrımcılık bir kez daha küresel gündeme gelmiştir. Hükümetlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve bireylerin yerel, ulusal ve uluslararası düzeydeki gayretleri, kadınların ve kız çocuklarının haklarının korunması için yasal ve kurumsal çerçevelerin geliştirilmesi sonucunu doğurmuş; dikkatleri de, kadına yönelik şiddete sıklıkla göz yumulan ve hatta görmezden gelen umursamazlık kültürüne çekmiştir.

Dünyanın her köşesinde kadınlar ve kızlar kendilerine yönelik şiddete imkan veren ve sürdüren bir kültürün ağına düşmüş durumdadırlar. Bu durum yalnızca kadınları ve kız çocuklarını etkilemez; bu, sonuç itibarı ile toplumun bütününe yönelik bir saldırıdır. Kurbanlarını, bu suçu işleyenleri, aileleri ve toplumun tamamını küçük düşürür. Bu nedenle şiddetin yok edilmesi için sadece yasalarda ve politikalarda değişiklikler yapılması yeterli değildir; kültürde, yaklaşımlarda ve inanışlarda daha köklü değişimler olması gerekir. Bu tür değişiklikler, kadın erkek eşitliğinin yalnızca ulaşılması gereken bir hedef değil, fakat insan doğası ile ilgili kabul edilmesi ve benimsenmesi gereken bir gerçek olduğu inancı üzerine inşa edilmelidir. Ruhun cinsiyeti yoktur. Bizi insan yapan asıl şey ne erkek ne de kadındır. Bu anlayışa göre eşitlik, bir araçlar listesi ya da sosyal kurallar paketinin ötesine geçer ve her bireyin doğasında var olan asaleti yansıtır.

Daha geniş bağlamda bakılınca, kadın ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve ayrımcılık, çatışmacılık, adaletsizlik ve güvensizlik ile nitelenmiş bir toplumsal düzenin belirtilerinden birisidir. Bu toplumsal düzenin belli çıkarcı gündemlerle kısıtlanan yapıları ve süreçleri, genelin çıkarına hizmet etmekteki yetersizliklerini kanıtlamışlardır. Kadın ve kız çocuklarına yönelik şiddeti ortadan kaldırma arayışımız sürerken, daha kapsamlı ve uzun vadeli şu hedefi gözden kaçırmamalı yız: Kadının ve erkeğin daha adil ve eşitlikçi bir toplumsal düzenin kurulmasında omuz omuza çalışabilecekleri koşulları yaratmak.

Aşağıdaki tavsiyeleri değerlendirilmek üzere Komisyon’un dikkatine sunuyoruz:

Güç ve yetki kavramlarına dair süregiden anlayış yeniden tanımlanmalıdır. 2006 tarihli ‘Kadına yönelik şiddetin tüm şekilleri üzerine kapsamlı çalışma’ şöyle belirtmiştir: “yapısal güç dengesizliği ve kadın erkek eşitsizliği, kadına yönelik şiddetin hem var olma ortamıdır hem de nedenidir” (A/61/122/Add.1). Ancak iyileştirilmiş bir güç dengesi yine de yeterli olmayacaktır. Güç anlayışının bizzat kendisi ciddi bir şekilde sorgulanmalı ve tanımı temelden değiştirilmelidir. Güç ile ilgili genel anlayış, etkili bir şekilde rekabet edebilme, hükmetme ve başkalarına karşı üstünlük sağlama becerilerine odaklanma eğilimindedir. Çatışmayı kaçınılmaz kılan bu tür bir güç vurgusu, toplumun tüm üyelerinin gelişimini hızlandıracak kurumları ve süreçleri ortaya çıkarması için toplumun ihtiyaç duyduğu araçları sağlamaz. “Üzerindeki güç” şeklindeki yaygın güç anlayışı, yerini, bireysel ya da toplumsal bir kapasite bağlamında “yapma gücü” anlayışına bırakmak zorundadır. İnsanlığın kullanabileceği güç kaynaklarına dair daha geniş kapsamlı bir anlayışa ihtiyacımız vardır; örneğin dayanışma ve ortak kaygıların oluşturduğu bağlardan gelen güç, düşünce ve eylem birliğinden, adalet, dürüstlük ve doğruluk gibi vasıfların teşvik edilmesinden doğan güç gibi.

Komisyon defalarca ifade etmiştir ki, kadınların ve kız çocuklarının güçlendirilmesi, haklarını korumanın ve şiddet sarmalını kırmanın anahtarıdır. Güçlendirme, bir kabul etme, kapasite oluşturma ve harekete geçme sürecidir. Bireyler öz değerlerinin, tüm insanların tamamı yla eşit olduklarının ve hem kendi koşullarını hemde toplumun koşullarını iyileştirme kapasitelerinin farkına vardıkça güçlenirler. Kolektif düzeyde, güçlenme, hükmedici ilişkilerin eşitlik ve karşılıklılık ilişkilerine dönüşümünü kapsar.

Erkeğin şiddet ve istismar konusundaki rolünün, sorunun önlenmesi için bir anahtar niteliğinde olduğu görülmüştür. Yetişkin erkeklerin ve daha genç olanların şiddet ve istismarı yüksek sesle eleştirmeleri ve suç işleyenleri korumamaları için teşvik edilmeleri şarttır. Erkeklerin, kadın erkek eşitliği prensibini ve bu prensibin hem özel hem de kamusal yaşamdaki ifadesini tam olarak anlamak için bilinçli bir şekilde gayret göstermeleri gerekir. Erkekler evlerinde, sağlıklı ilişkilere dair ve ailenin kadın ve erkek üyelerine karşı saygı göstermeye dair model olma rollerinin önemini anlamalıdır. Kız ve erkek çocuklar, gücün doğasına ve bunun nasıl ifade edileceğine dair ilk dersi genellikle evde alırlar. Gücün çarpık bir şekilde dışa vurulması, çocuklarda çalışma ortamlarına, topluma ve sosyal yaşama taşıdıkları tavırlar ve alışkanlıklar yerleşmesinin önünü açar.

Uluslararası toplum ve Devlet tepkisel yaklaşımlar (olay olduktan sonra) yerine şiddetin önlenmesine odaklanan yaklaşımlara yönelmelidir. Şiddeti önlemenin ilk adımı, belirtilerinden çok onun altında yatan sebepleri tanımlayıp bunların üzerine eğilmek olmalıdır. Şiddeti önlemeyi amaçlayan gayretler cinsel kimlik ve güç ile ilgili yaygın anlayışları, kadınları ve kız çocuklarını şiddete maruz kalma riskiyle baş başa bırakan ayrımcılık ve dezavantajların neler olduğunu hesaba katmalıdır. Hükümetlerin başlattıkları çeşitli koruma programları, bütünsel bir toplumsal dönüşümün eksikliği nedeni yle sekteye uğramıştır. Bu tür bir dönüşüm, tutumlar, kültür ve toplum yaşamı seviyesinde ve bunların yanı sıra şiddeti ve istismarı koruyup normalleştiren yapılarda değişiklikleri içerir. Bugüne dek şiddet karşıtı eylemlerin çoğunluğu sivil toplum kuruluşları tarafından ve kısıtlı kaynaklarla yürütülmüştür. Hükümetlerden beklenen, bu dönüşümün gerektirdiği ve sivil toplumun çalışmalarına destek olacak politika ve programları hayata geçirme sorumluluğunu daha fazla üstlenmeleridir. Ayrıca dengelerin hassas olduğu ya da savaş halinde veya savaş ertesi evrede olan ülkelerde yaşayan kız çocuklarına ve kadınlara yönelik şiddeti önleyecek stratejileri belirleyecek daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.

Toplumsal dönüşüme yönelik yaklaşımlardan biri, çocuklara ve gençlerde değerlilik duygusunu yerleştiren ve hem kendi aile bireylerinin hem de toplum genelinin esenliğine dair bir sorumluluk duygusu geliştiren eğitimdir. Dünya çapındaki Bahai toplumunun toplumsal dönüşüme katkı deneyimlerine dayanarak, eğitim faaliyetleriyle ilgili bu tür dönüşümü destekleyen bazı öğeleri paylaşıyoruz: Mutluluk ve saygınlığın dürüst olmakta yattığı anlayışı; ahlaki cesaretle davranma yeteneği; çatışmacı olmayan karar alma sürecine katılma yeteneği; kişinin, ihtiyaçlarını saygınlık içinde karşılayabileceği en üst düzeyde bir üretkenlik; toplumsal koşulları analiz edebilme ve bunları şekillendiren güçleri anlayabilme becerisi; fikirleri anlaşılır netlikte ve akıllıca ifade etme yeteneği; işbirliğini besleme kapasitesi; topluma hizmet üzerine bir vurgu. Kızların kaliteli bir eğitime kavuşmasına ağırlık verilmesi şart olmakla beraber erkek çocukların özellikle cinsiyet eşitliği ile ilgili konularda eğitilmesi konusuna da gerekli önem verilmelidir.

Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetin herhangi bir şeklini mazur gösteren hiçbir töre, gelenek ya da dini yorumun, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetin yok edilmesi zorunluluğunun önüne geçmesine izin verilemez. Kadına yönelik şiddete izin veren kültürel ve dini geleneklerin arkasına sığınma biçimindeki esef verici alışkanlık, yasal ve ahlaki bir cezasızlık ortamının sürmesine neden olmaktadır. Hükümetlerin kadınları ve kız çocuklarını şiddetten koruma sorumluluğu, tüm bu geleneklerin hepsinin önüne geçmelidir. Davranış ve inançları şekillendirmede kritik rol oynayan dini liderler de kadın erkek eşitliği prensibini açık bir dille desteklemelidirler. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddeti onaylayan ya da teşvik eden alışkanlık ve düşünceler ortadan kaldırılmalıdır. Kadınların tüm dinlerde söz hakkı olduğu da unutulmamalıdır. Çok sıklıkla, cehalet, eğitimde veya seslerini duyurmada fırsat eksikliği gibi nedenlerle, dinin ne olduğu ve dini öğretilerin özel ve kamusal yaşamla bağlantısı tarif edilirken kadınların görüşleri dillendirilememiştir.

Hükümetler kültürel dokunulmazlığı yok etmek için kapsamlı önlemler almak zorundadırlar. Kadın birey, onun ailesi ve toplumu Devletin koruması altındadırlar. Yine de bir cezasızlık kültürü birçok yörede varlığını ısrarla sürdürmektedir; kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve istismarın failleri cezasız kalmaktadır (ya da yetersiz bir cezaya çarptırılmaktadır). Olayın kurbanları, zararın telafisine veya destek hizmetine dair araçlardan ya çok az faydalanabiliyor ya da hiç faydalanamayıp bu imkana erişemiyorlar. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddeti engellemek için daha fazlasının yapılması gerekiyor. Örneğin, çok sık bir şekilde, kadınları koruyacak yasaların uygulanması için yetersiz kaynak ayrılıyor ve mağdurlaraözel hizmetler mevcut değildir. Birçok şiddet ve taciz olayında suçlular ağı geniştir ve taciz konusunda sessiz kalınması için yapılan baskı güçlüdür. Suça karışanlara verilecek cezaların, birçok halde intikam saldırısından korunması gereken kurbanların emniyetini güvence altına alacak önlemlere eşlik etmesi gerekir. Güvenlik Konseyi’nin kararlarında kadın, barış ve güvenliğe ilişkin verilen taahhütlerin ulusal eylem planlarına dâhil edilmesi bu konuda olumlu bir adım olmuştur.

Toplumun Islahı için Eğitim ve Öğretim

Toplumun Islahı için Eğitim ve Öğretim

Bahai Uluslararası Toplumu’nun Kadının Statüsü Komisyonu’nun 55. Oturumuna Sunuşu

Geneva—22 April 2011
Toplumların ve ulusların refahı ve gelişimi için kadınların ve kızların eğitim ve öğretiminin çok önemli olduğu artık açıkça kabul edilir hale gelmiştir. Bu eğitimin faydaları geleneksel olarak ekonomik büyüme bakımından ifade edilmiştir. Fakat maddi refah kadınların ve kızların toplumu şekillendirmedeki katılımlarına etki eden birçok durumdan yalnızca bir tanesidir. Bu katılımda herhangi bir anlamlı ve sürdürülebilir artışı gerçekleştirmek için gelişimin doğası, çağdaşlık ve bilgi üretme etkinlikleri düzenlemek ile ilgili daha esaslı bir diyalog gerekecektir.

İnsanoğlu sadece maddi ve sosyal değil aynı zamanda özgür iradesi olan, amacı ve gerçeği araştırmasını sağlayan vicdana sahip ruhani bir varlıktır. Bu temel insani arayışın peşine düşecek özgürlük olmadığı takdirde ne onur ne adalet ne de gelişim tam manasıyla mümkün değildir. Bahai Uluslararası Toplumu, gelişimi, tüm bireylerin içsel kapasitelerinin, ruhani

niteliklerinin[1]  gelişmesine ve kendi toplumunun ilerleyişine katkıda bulunmasına olanak tanıyan küresel bir girişim olarak anlar. Gelişim; adalet, hak, karşılıklılık ve ortak refah ile

nitelenen bir toplumsal düzen kurmak için hem kadının hem erkeğin birlikte çalışmalarına ihtiyaç duyan bir kurumdur. Eğitim, bilim ve teknoloji sistemleri insanoğlunun hem maddi hem de ruhani boyutlarını yansıtacak bir biçimde ve herkesin toplumun ıslahında kendisinin haklı rolünü oynamasına izin verecek bir biçimde düzenlenmelidir.

Dünyanın bilgi üreticileri ve bilgi kullanıcıları olarak ayrılması; eğitimin, bilimin, teknolojinin ve bunların yanı sıra yönetim ve politika geliştirmenin nitelik ve meşruluğu için derin imalar içeren bugünkü dünya düzeninin zayıf bir özelliğidir. Eğer insanlığın çoğunluğu başka bir yerde yaratılmış teknolojinin kullanıcıları olarak kabul edilmeye devam ederse sürdürülebilir ve anlamlı gelişimin kök salması ihtimali yoktur[2]. Eğer bilgiye ulaşmak tüm insanoğlunun hakkıysa üretilme, uygulanma ve yayılmasında yer almak her bireyin

üstlenmesi gereken ve üstlenmesine yetki verilmesi gereken bir sorumluluktur[3]. Mevcut bilgi akışının düzeltilmesi –‘Kuzey’den ‘Güney’e, kırsaldan kentsele, erkekten kadına- gelişimi

‘çağdaşlaşmanın’ dar bir bakış açısıyla anlaşılmış algılanışlarından özgür kılacaktır.

Dünya çapındaki Bahai toplumunun eğitim ve toplum oluşturma alanındaki deneyimi göstermiştir ki bazı kavramlar, müfredat geliştirmeyi de içeren eğitimsel süreçleri, bireylerin ve toplumun değişimi demek olan nihai hedeflerine doğru kılavuzlamada özellikle göze çarpar. Bu kavramlar şunları kapsar:

·     Ruhani ve ahlaki eğitim. Eğitim alanında ruhani ve ahlaki gelişim zihinsel ve mesleki eğitimden sıklıkla ayrılagelmiştir. Bu ayırım sıklıkla asil hoşgörü ve saygı niyetlerinden ortaya çıkmıştır. Yine de kabul edilmelidir ki tüm toplumlar genç insanlar arasında yozlaştırıcı düşünce ve davranış modellerini destekleyen siyasi, ekonomik ve kültürel menfaatler tarafından nitelenir. Bu yüzden gelişen bir dünya medeniyeti kurma görevinde, ruhani, ahlaki ve etik prensipler üzerinde düşünme ve onları uygulama yeteneğini vermek zorunlu olacaktır.

     Öğrencileri ve öğretmenleri yeniden ele almak. Her eğitim programı insan doğası hakkında temel varsayımlara dayanır. Sürdürülebilir gelişimi başarmak bu yüzden hem öğrencilerle hem de öğretmenlerle ilgili temel kavramları yeniden düşünmeye bağlı olacaktır. Doldurulmayı bekleyen boş bir kap olmaktan çok öte olan çocuk, “paha biçilemez değerde cevherlerle dolu bir maden ocağı” olarak görülmelidir. Hazinelerinin insanlığın yararı için açığa çıkarılması ve geliştirilmesi sadece eğitim vasıtası ile olur. Benzer bir biçimde aslında övgüye değer meslekleri uzun zaman

gözden kaçmış ve takdir edilmemiş öğretmenler de kabul etmelidirler ki; eğer zihne ek olarak karakter düzeyinde de bir değişime sebep olmak istiyorlarsa, her şeyden önce öğrettikleri prensipleri hayata geçirmeli ve o prensiplerin birer örneği olmalıdırlar.

·     Düzenli öğrenme ve katılım. Katılım kavramı da aynı şekilde yeni bir bakış açısıyla ortaya çıkıyor. Etkin katılım her toplumun kendi güçlü yanlarını ve ihtiyaçlarını belirlemesine; yeni fikirler ve yöntemler, yeni teknolojiler ve süreçler denemesine ve sonunda kendi gelişiminin ana etkeni haline gelmesine imkan veren bir şekilde sistematik bir öğrenme süreci gerektirir. Katılımcı gelişimi pekiştirmenin ilk adımlarından biri, artan sayıda bireylerin toplum yaşamının şartlarını geliştirmek için bilgiyi üretme ve uygulamada sürekli bir çaba içerisinde olarak, hareket, hareket üzerine düşünme ve toplu tefekkür ile nitelenen öğrenme süreçlerine dahil olmasını desteklemektir.

·     Bireysel ve toplumsal değişim. İnsan toplumunun değişimi hem bireyin değişimini hem de yeni toplumsal yapıların bilinçli bir biçimde yaratılmasını gerektirir. Bireyler eğitilmeli ve güçlendirilmesi, fakat onları şekillendiren kültürel, bilimsel ve teknolojik, eğitsel, ekonomik ve toplumsal koşullara da özen gösterilmelidir. Bireylerin gelişimi ve yeni toplumsal yapının kurulması arasındaki devamlı etkileşim toplumsal değişim için bir yol sağlar ve hem duyarsızlığı hem de şiddeti önler.

·     Küresel dayanışma. Kadınların ve kızların eğitimi ve terbiyesindeki engellerin ortadan kaldırılması ile ilgili güçlükler ortak güvenliği, insan haklarının teşvikini, çevresel sürdürülebilirliği ve tarafsız ve adil bir ekonomik düzeni destekleyen bir küresel yönetişim sistemi gerektirecektir. Bu sistemin ayırt edici özellikleri arasında ortak vekillik ilkesine bağlılık ve onun herhangi bir parçasının çıkarının ancak tümünün çıkarının korunması ile en iyi bir şekilde elde edilebileceği anlayışı vardır.

Artan sayıda kadın ve kızların eğitim ve öğretime erişimini, bilim ve teknolojiyi üretme ve kullanmada etkin bir rol oynamasını mümkün kılmak sadece teknoloji ya da ekonomi ile ilgili bir konu değildir. Bu konu daha ziyade ulusların ve toplumların; gelişim, insan doğası, bilgi üretim ve paylaşım süreci, ilerleme ve çağdaşlık ile ilgili çok daha geniş kapsamlı bir varsayımlar dizisine cevap vermesini gerektirir. Saf faydacılığın taktik ve stratejilerinde de olduğu gibi siyasi anlaşmaların da tek başına yetersiz olduğu anlaşılacaktır. Ancak kendi toplumlarının ıslahı için omuz omuza çalışan kadın ve erkeğin eşitliği bir prensip seviyesine yükseldiği zamandır ki, insan ruhunun gerçek potansiyeli açığa çıkacaktır. Hak, adalet ve cömertlik prensipleri program değerlendirmenin ölçütleri olduğunda ve insan doğası sadece maddi boyutu yerine bütünüyle ele alındığında gerçek gelişme başlayacaktır.

1] Diğerleri arasında bunlar, farklı görüş ve anlayışları açıklama kapasitesini, yeni bakış açılarına açık fikirlilikle bakma kapasitesini, farklılıkları bir güç kaynağı olarak görme kapasitesini, yerel bir toplumun durumunu teşhis etme ve arzulanan duruma ulaşmak için çalışma kapasitesini, diskuru ahlaki ve ruhani prensip seviyesine yükseltme kapasitesini, ve kendini ifade etme kapasitesini içerir. Ruhani nitelikler ise güvenilirlik, adalet, dürüstlük, doğruluk, benlikten arınmışlık ve alçak gönüllülüğü kapsar.

[2] Herhangi bir kültürün bilimsel etkinlik organizasyonu gibi teknolojik etkinlik de kültürel, toplumsal, ekonomik ve siyasi güçlerden güçlü bir şekilde etkilenir. Örneğin gelişmekte olan ülkelerde tarımsal işlerin çoğu düşük gelirli kadınlar tarafından yürütülmesine karşın, bu ülkelerde tarımsal teknolojilerin başlıca kullanıcıları ve şekillendiricileri  erkekler olmuştur. O halde anahtar bir meydan okuma, teknolojik ihtiyaçları belirlemek için şartları yaratmak ve kadınların kapasitelerini güçlendirmek, toplumsal ihtiyaçlar ve kaynak kısıtlılıkları ışığında teknolojiler yaratmak ve uyarlamaktır. Kadınlar başka yerde geliştirilmiş teknolojilerin pasif kullanıcıları olmaktan, kendi ailelerinin ve toplumlarının ihtiyaçlarına hitabeden teknolojiyi şekillendirmede aktif rol oynayan bireylere nasıl dönüşebilirler? Teknolojik gelişme süreçleri dünya insanlarının, özellikle mevcut pazar güçleri tarafından marjinalleştirilenlerin  temel ihtiyaçlarını daha iyi yansıtmak için nasıl şekillendirilebilir?  Bu gibi sorular bizi ‘modern teknoloji’yi başka bir ışık altında ele almaya zorlar – yerel olarak tanımlanmış ihtiyaçlara hitabeden ve toplumun maddi, sosyal ve ruhani refahını bir bütün olarak ele alan teknoloji olarak.

[3] Bilimsel ve teknolojik faaliyetin her yerdeki insanların bu gibi etkinliklere katılımına izin verecek şekilde nasıl organize edileceği sorusu gelişmenin merkezi bir meydan okumasıdır. Dünyanın çoğu, özellikle kadınlar ve kızlar bilime ulaşamamaktadırlar.  ‘Modern’ bilimsel bilgi çoğunlukla, giderek artan bir biçimde sanayileşmiş ülkelerde bulunan ve özel şirketlerin sahip olduğu uzmanlaşmış araştırma merkezlerinde ve üniversitelerde üretilmektedir. Modern bilimin sınırındaki kurumlar paha biçilmez bir rol oynarken, bilgiyi insanlığın refahını tarafsız bir şekilde geliştirme amacı için uygulamak, eskisinden daha büyük bir fikir çeşitliliğinin katılımını gerektirir. Düşünmeye ihtiyacımız var: Bilim dallarında erkek önderliğindeki araştırmanın ima ve anlamları nelerdir? Kadınlar başka sorular sorarlar mıydı? Başka araştırmalara fon ayırırlar mıydı? Dünyada yeni bilimin %95’inin, dünya nüfusunun ancak beşte birini oluşturan ülkelerde yaratıldığını göz önüne alırsak, çok sayıdaki ülke ve kültürlerin bilimsel bilgi üretiminde olmayışı neler anlatmaktadır?

Kaynak URL:  http://www.bic.org/statements/education-and-training-betterment-society

Pages

Subscribe to Turkish